uyku hali

04:00 23 Aralık 2009 Çarşamba

kimya sınavım çok iyi geçti be blog. ben bile şaşırdım. galiba bu defa bu dersi geçeceğim. geçersem de idip kimya bölümüne yükseğe başurcam umarım almazlar, naparım kimyada.
neyse gelgelelim kabuslarım yeniden başladı. geçen gece, uykumdaydım. merve beni uyandırıyor sandım sanki başımda dikiliyor gibi hissettim. gözümü açtım kafası olmayan bir adam. vücudu var kafası yok. nasıl korktum. çığlığı bastım tabi. odadaki herkes uyandı. merve de uyandı. o sırada kafasız adam ışık vesilesiyle üç boyutlu hal almış açık kapının gölgesine dönüşerek kapıya giderek kapının şeklini aldı. su içtim ben de. ama çok korktum. böyle bi geceydi. zaten geçen gece de geç yattığım için aynaya not bıraktım kalkan beni kaldırsın diye. yeni kız vardıya o kalkmış ilk önce
yazık beni kaldırmaya geldiği anda (ki benim piskopat olduğumu bilimiyor uyurken) ben nasıl korkarak uydım. ben korkunca o da korktu tabi. sonra da demez mi; (olayın akşamında)
"ben de çok mu korkunç görünüyorum yaratığa mı benziyorum diye üzüldüm".
ben uyurken yaptıklarıma aldanmayın. garip oluyo benim uyku halim. beynim çok farklı çalışıyo uykuda. ben de korkuyorum.

vay bana vaylar bana

00:55 20 Aralık 2009 Pazar

"shenandoah" diye film varmış ya; 1965 yapımı. en kısa zamanda bulup izleyip yazarım. hatta üçlü bir western collection mış.;
*shenandoah
*bend of the river
*the far country



çok cazibelisin kırmızı koltuk...

21:10 19 Aralık 2009 Cumartesi

özellikle kütüphanenin 3. katına çıktım ki çalışmamı bölmek istesem bile üşengeçliğimden aşağı inmeyim. sessiz sanılır kütüphane. bir çoğu için sessizdir de.
ben hep sesler duyarım; ilk başta birinci kattaki bilgisayarların sesi geldi;
- geli maillerine baksana belki sınavla ilgili mail atmıştır dersin hocası
daha dün akşam bakmış olsam da indim yeniden baktım. sonra fotokopi odasındaki müsfette kağıtların sesi geldi;
- günlerdir bekliyoruz burada anlaşılan kimsenin işine yaramıyoruz
üzüldüm hallerine hemen gidip bir kaçını alıp sorularımı onların üzerine çözdüm. giriş katındaki eti makinasındaki sandiviçlerin sesi geldi sonra;
- acıkmadın mı hala,bak hem tazeyiz hem lezzetliyiz
sandiviç çay arazı yapmaya karar verdim. indim. üçüncü kattaki masama geri döndüm ama susmamıştı sandiviçler;
-güzel değil miydi, bir tane daha istiyordur senin canın
gerçekte de bir tane daha istemişti canım. hem su da alırım diye yeniden indim. geldim. herkesin sustuğunu düşünüyordum ki;
-pişşt pişşt
etrafa bakındım
-pişşşt, buradayım tam karşındaki kırmızı rahat koltuğum ben
en zavallı yüz ifadesi yerleşti suratıma, haklıydı, çok rahattı o kırmızı koltuklar. orada hep uyuyan öğrenciler olurdu. montumda asılı olduğu sandalyenin üzerinden söze karıştı;
-beni de üstüne alırsın
uyumak cezbetmişti beni kırmızı koltukta. eşyalarımı topluyordum ki kalemim masadan atladı, tam onu alacakken sandalyeyi düşürdüm. masalardaki kitaplara doğru eğilmiş tüm kafalar bana baktı. kitaplar konuştu;
- sessiz olur musunuz

03:08 17 Aralık 2009 Perşembe

pekala okuyucu kesimi bu yazı 2062 yılından size bir uyarı olsun diye giriliyor bloga. neyseki kullanılmayan bir blog bulduk. bu blogun sahibi her kimse 50 yıldır girmemiş sayfasına. hala 1946 yapımı filmler izliyoruz. ehem ehem neyse uyarıma geçeyim sohbet etmek için göndermiyorum bunu.
1- daha fazla ekmek üretebilmek için 2000lerde ekmeğin içine katmaya başlayacakları radyoaktif tahıl nedeniyle 2040a gelmeden hepinizin dişleri çürüyecek. kendinizi superman sanıyorsanız buyurun bizi de kurtarın. diyeceğim odur ki 2000lerde dişlerine iyi bakmak için gece fırçaladıktan sonra yemek yemeyenler dişleri çürüyünce kaçırdıkları zevki hatırlayarak intihar edecekler. 2040 ve sonrasında her sabah gazete de dişleri çürüdüğü için ntihar edenleri göreceksiniz. eğer bu hastalığı şimdiden engelleyebilecek süper güçleriniz yoksa geceleri dişlerinizi fırçaladıktan sonra acıkırsanız aman yemeğinizden olmayın sakın. hatta geceleri uykunuz kaçarsa hamburgercilere gidin soğan halkası yiyin. haa kilo almaktan korkmayın dişleriniz çürümeye başlayınca hi bir şey yiyemeyeceğiniz için zayıflayacaksınız. burada şimdi insanlar cılız ve çürük dişli.
sinyal gidiyor galiba, hemen en önemli uyarıyı yapmalıyım; dünyayı yok ede

angel second class ( A.C.2)

23:48 16 Aralık 2009 Çarşamba

" I don't know whether I like it very much
being seen around with an angel without any wings"
kanadı olmayan bir melekle görünmek hoşuma gider mi bilmiyorum

"Holy mackerel!"altyazıda kutsal uskumru diye çevirmiş günebakan
altyazar kişimiz. henüz tam türkçe karşılığının ne olduğu
aramalarım cevap vermedi:)bilenler çoktan anlamıştır hangi
filmden bahsettimi. neyse dönelim pek güzide
"holy mackerel" imize. bu isimle bir
florida yapımı birada varmış. ayrıca da Amerika'nın Lllinois
eyaletinde bir deniz mahsülü restoranı bulabilirsiniz bu isimle.
aynı isimle bir kart tasarım firmasına rastlamanızda mümkün;

en nihayetinde gel gelelim les claypool 'un 90 lı yıllarda
les claypool and the holy mackrekel presents olarak çıkardığı
ilk solo albume;hingball with the devil


filmimizin afişini de koyalım tam olsun;


engel olunamayan yazı

02:32 13 Aralık 2009 Pazar

dışarıda yağmur yağıyor. pencereler kapalıyken dışarıdaki yağmurun sesini duyunca hemen romantikleşiyorum. yağmur hakkında yazı yazmak istiyorum ama çok sıradan olduğunu düşünüp yazmaktan vazgeçiyorum. ama ıslak yollar harika. (hava karardıktan sonra) yol kenarında bir kafenin üstü kapalı bahçesinde oturuyorum ve yağmurla ıslanan yollara bakıyorum. silecekleri çalışan araba farları geçiyor yoldan. masamın etrafında bir kedi dolaşıyor. diğer masadaki bayan o masanın kedisini kovmaya çalışıyor. kedi bana hem yakın hem uzak. yanıma gelmek istiyor gibi ama asıl derdi masa gibi. dokunmak istiyorum. rahatsız olur diye korkuorum. beraberce yolu izliyoruz. tabi ki çay içiyorum bu sırada. yanında da elmalı kurabiye yesem şahane olur.
mevsim itibariyle ağaçların döküldüğünü farketmişsinizdir. ağaçların altı kuru yapraklarla dolu. bu sarı ve de kuru yapraklar her ne kadar canlılıklarını yitirmiş olsalarda yaşama isteği veriyor bana. "bir evim olsa" diyorum bir odasında "sonbahar ağacı ve kuru dökülmüş yapraklar olsa" sonra gerçekçi oluyorum birden. evin içinde olmazki. bahçesinde olsa. ama giriş katında olsun evim. balkonuna yapraklar dökülsün. bu sene çok fazla yağmur yağmadı ankara'ya. neredeyse hiç yapmadı. bu gece yağmuru dinlemelisiniz. ne kadar hayır deseniz de kendisiyle ilgili yazı yazdıracak kadar cilveli. cilvesi yetmiyor ama hüznünü örtmeye. neden hüzünlü olur hep yağmur. sonbahar neden romantiktir. her ne kadar aralık kış mevsimine ait bir aysa da sonbahar yeni yeni hissediliyor ankarada. ve ankara tüm beton yapısına, protokol dolu sokaklarına, çatışmalarına rağmen romantik de olabiliyor. sonbaharda ankara sevilecek bir dilbere dönüşüyor. ıslak caddelerine bakan pastaneleri, işten çıkıp evlerine gidecek memurlarıyla bir anda hüzünleniveriyor. yağmur gecesine böyle yağarken kıyamıyorsunuz ona kızmaya. demekki oluyormuş. ne kadar inkar etsem de bağlanıyormuşum bu şehre yaşadıkça. nesini seviyorlarki derken, istanbulla yarışabilir mi hiç diye düşünürken, ah hele izmir yok mu tüm çekiciliğiyle cezbeden derken, son baharlarda bir de yağmur altında kedileriyle, çamuruyla, kurumuş yapraklarıyla, memurlarıyla, orta hallice yaşamı kucağına almış hüznünü gösteriyor ankara.

kalım

01:51 4 Aralık 2009 Cuma

düğüm oldu doğum bahanesiyle
ana rahminden bir hatıra
ölüme yakınsanmış dirim
gılgamış olsa ne fayda

zincirini koparan gelmiş
tahtadan kadehinde şarap ta içermiş
kaybolmuş yorganın içinde
ağlamış yastığına
sabahında her ittifakın
bir kadeh daha
kollarını açarak dans etmiş
sözlerini bilmediği şarkılarda
her şarkı bittiğinde
bir kadeh daha

epeydir sanal dünyayla pek içli dışlı değilim. geçen gece yine uyuamadığım anlarda farkettim. galiba yavaş yavaş iniş yapıyorum ayaklarım yere basmaya başlıyor. hayalci laylaylom kafam dinginleşti mi ne. neyse ne. kurmam gereken cümleler var ama sana değil blog. ilgili kişilere. ne çok söylenmemiş sözler varmış kafamda. daha dile getirilecek kadar pişmediler. geçmişten kalan kelimeler varmış. biraz daha cesurum bu aralar. eskiden korktuğum şeylerle bitlikte yürüyorum. ama tembellik kan hücrelerimde yerini almış olmalı hala çok çaba gösteremiyorum. neredeyse bir ay oldu ciddi bir şekilde müzik dinlemeyeli. (bunun ne alakası var demeyin bugün farkedip içerledim:(). haa hayal kurmayı yasaklamıştım ama bir türlü uyamadım. neyi kime yasaklıyorum zaten. hamburger de yedim defalarca. eee senden naber blog?
hepi topu iki dersim var her ikisinin de pazartesi sınavı olma ihtimali var ki bu ihtimal az önce aklıma geldi. bense evde tatil yapıyorum. yansıttığım kadar rahat değilim. bi tutuştum işin aslı yarın ilk iş iletişim kurup sınav var mı yok mu öğrenmek. uzun tatiller bu açıdan iyi olmuyor. ne vardı ne yoktu unuyuyor insan. bi önceki gelin alma yazısını hiç düzeltmedim. çok hatalı bozuk bir anlatımı var, yazdığım andan eri aklımdaydı of üşengeçlik işte. şimdi de çok zaman geçti üstünden tekrar okumak bile istemiyorum hatta belki silerim onu. bazen blog seni de kapatasım geliyor. çok sıkıcı olmaya başladın. ama bu içimdeki hiç bişeyi bırakamama bi bap yaratma hali yok mu. ah bu hal bu gidişat benim ölümüme sebep olacak birgün. keşke müziğe biraz olsun yeteneğim olsaydı. aslında blok flütte baya iyiydim ben:) şan seçmesinde başıma geleni tekrar anlatmayacağım. yüz bininci kez okuyanlar olacak. çok merak ederseniz o kara günü ve benim müzikteki yeteneksizliğimin nasıl tescillendiğini bilahare anlatırım. (onu sonra anlatırım fakaaaaaaaat:) mailime gelen garip mesajları okudum da şimdi tüm yazma şevkim kaçtı zaten ne yazıyordum ki. amaaaan, ama kar yağsa da sucuk ekmek yapsak...