takıl sen popona göre

01:10 31 Aralık 2010 Cuma

resmen kıçım uyuşuyor geceleri yerde oturmaktan. (kıç kelimesini hep popo ya da göt kelimesine tercih etmişimdir) halıda oturmak fena uyuşukluk yapıyor oturmayın. mkanınız varsa koltuğa yatağa oturunuz. çocukken yastığa otururdum da annem "kıçında çıban çıkar " derdi. o çocukluktan kalma beyin hücrelerime yerleşmiş hatta bir parçam haline gelmiş cümleden dolayı yıllarca hiç yastık üstüne oturmadım. üstümden biri atlarsa boyum kısa kalır diye mesela biri geçecekken bacaklarımı çektim ki üstümden atlamasın. yine de boyum uzamadı. bir de küçük kızların göğüslerini daha tomurcuklanmadan leğenle ölçülürse büyük olurmuş. ah be annem kıçımdaki çıbanı diyeceğine bunu deseymişsin ya:)

fonda bu defa siyaset meydanı var ve bilgisayrımdaki açık pencerede ezeli arkadaşımın gönderdiği kutup çizgisi aşıkları filmi. ahh kotalı internet ve bu kotalı interneti üç kişinin kullanma sorunsalı. neyse bir kaçamak yapılabilitesi var bence. çünkü film züper. konu itibariyle zaten gönlümü fethettiki öneren referansım sağlam. fonda daimi horlama sesi sabit ancak grip burun çekemsi kesilmiş durumda. bakalım küçük kardeş er kişisini yarın sbah uyandırabilecekmiyim. ki bu sabah erkenden kalktım peti bör arası nutellası ve bir bardak sütünü hazır ettim. kapıdan uğurlarken "iyi dersler" bile dedim. kattaki tüm dairelerden çıkan başlar eşliğinde bir alkış furyası.... :) hehahhaha. şaka be in cin top oynuyordu.

senyore gidiyoreeee....
hokus pokus yok oldum....

ajanda mı sandın burayı?

02:30 30 Aralık 2010 Perşembe

gecenin köründe yatarsan hep bu olur luna ....
evet çocuk iki gündür ilk derslere giremiyor...
alarmı kapatma en azından...
ya da alarmı duyunca hemen onu uyandır...
yazık kahvaltıda yapamadı...
sen en iyisi erken yat luna...
azıcık sorumluluk sahibi ol be azıcık...
oysa ilk başlarda çok iyiydin kahvaltı bile hazırlıyordun erkenden...
her sabah süt içmesi gerek unutma....

-evet evet yeniden erken yatmalara başlamalı...
çokokrem, sarelle, nutella ve türevleri iyi ki varsınız iyi ki....

kitabı masamda buldum ve göz kırpan kapağına baktım.

gözleri hep kırmızıydı;

1- ya çok çalışıyor
2- ya çok sosyal
3- ya da alkolik

nedenini hiç öğrenemedim çünkü bu defa içini açmadım...

2010 da neler oldu?

02:04 27 Aralık 2010 Pazartesi

fonda gripten akan burnun çekilme sesi ve alçak yastıktan dolayı horlama sesi var. bir tv de oynayan hemşo filminin son sahne diyalogları....
esasında ütü yapmam gerek ancak ben oturup 2010 kritiği yapmayı tercih ediyorum...

2010 a geçen sene bir arkadaşın evinde girmiştik. envai çeşit içkimiz ve ilerleyen sayelerde öncülüğümde açılmış emmoğlu klibi ve yeni rakı yeni reklamı vardı. o reklamı o kadar çok izlemiştik ve beğenmiştik ki.... tüm sene onu izleyeceğimi sanmıştım. elma ağacına daha yeni çıkmıştım. hatta öyleki o senenin kırılım yılı olacağını snamıştık. vellhasılıkelam oldu da...

geçen seneki yılbaşı dileğim çok basitti. sadece bir sodekso kartı dilemiştim. olmadı... bir kaç ay sonra orkun işe girince onun sodeksosu oldu biz de nasiplendik oldu farzedebiliriz aslında...

2010un hemen başlarında bir heyecan da sarmıştı ki ruhumu ilk bir kaç ayı o heyecanla devam edecekti. gereğinden fazla heyecanlanacaktım hatta. fantastik bir kiyabın sayfalarında anlatılıyoruz bile sanacaktım. sonra günü birlik seyahatlerim olacak ve gerilmeler yaşayacaktım. sonra kendi yazdığım bir senaryo olduğunu anlayacaktım. ve sonra rahatsız edici bir gerginlik bedenimi hiç bırakmayacaktı....

bunlar olurken aynı anda 2010un ikinci ayında mezuniyetim gerçekleşti. yüksek lisansa başladım. elma da iyi gitmekteydi. nerdeyse tek başıma bir odada yaşıyordum. yemekelrimi çatıda yiyip arkadaşlarımla genelde gıdanın önünde buluşuyordum. şehir dışı pek gelenim gidenim olmuştu ben pek yolculuk etmiştim.

bunlar süregelsin beklemeyip öylesine başvurduğum bir programdan kabul almıştım. gidip gitmeme gelgitleri yaşarken yaşadığım çeşitli gerilimlerin de etkisiyle gitmek belki kaçmak belki bırakmak belki değişmek belki kendimden kurtulmak istedim.

onun hazırlıklarına başladım vizem hazır uçak biletim pasaportum herşeyi hazırlamıştım. ama ne yalan söyleyim bi ses içimdeki hep de gitmeyeceksin sen diyordu....

tatil için bir çok seneki gibi ege kıyılarını seçmiştim ki... ben havuzda yüzerken o beklenmeyen kaza oldu. sanırım kırılım noktası bu nokta...

her şeyi bıraktım kafamdaki... her şey boş geldi donra... kendime kızdım kızamadım belki. şu sene başında girdiğim gereksiz heycanın gerilimi yüzünden çok kızgındım kendime. çok aptal hissediyordum. sanki bedenimi saran bir gülle gibi hiç o kızgınlık geçemyecek sandım. hep çocuk kalacağım, hep fantastik kitaplara sayfa olacağım sandım.

değilmiş... kendime kızgınlığımı, fantastik kitaplarımı, gidilecek programı, geçmişimi her şeyi unuttum. resetledi sanki olay beni. değiştim. yeniden yaratıldım. sanki girdiğim hal vaziyetten kurtarıldım.

tüm bunlarda oladursun beklemediğim ama beni çok sevindiren bir telefon aldım. yıllar yıllar öncesinden kalan vicdanımın tek rahatsız noktası da böylelikle huzura erdi. kurtarılan luna vicdanen de huzurluydu. bu telefondan sonra bir iletişim furyası bir eskiye dönüş belirdi ruhumda...

bu da oladursun.... sabır taşı olduğumu anladım. kötü şartların ya da fiziksel koşulların umrumda olmadığını manevi duyguların en üst sırada geldiğini yaşattım kendime. bedenim yorgun düştü ama ruhum sanki huzura erdi. kendimi yeniden sevdim.

tüm bunlarda oladursun... fantastik kitaplardan çıkamadım ancak. kırmızıgözlü bir devin romanına yerleştim. farklı olduğumu sanacak şaşıracaktı. lunanın adı geçerse bir hikayede hep böyle olur.... ancak bu defa dur dedi ezeli bir ses ona. yapma bunu kimse anlamaz. naif insan kalmadı. durdum.

2010un son günlerinde şu an okulum dondurulmuş, işim yok geleceğim yok gibi görünmekte. evdeyim annem hasta ancak iyileşmekte. ev işlerinden anlamıyorum gn başına iki bardak kırıp devamlı bir şeylerin dibini tutturuyorum. pek bilmesem de etrafa çok güzel tatlı yapabildiğim yalanıyla ileride pastane açma hayalimi anlatıyorum. 2010 un son günlerinde elimde kendime dair hiç bir şey yok. sadece fantastik roman sayfaları... param yok... tüm elektronik aletlerim bozuldu. ayrıca tüm mutfak eşyaları da bozuldu nedeni ben gibi görünmekte. sanırım enerjim uyuşmuyor elektronik aletlerle. neye dokunsam bozuluyor...

son günlerde bombok bir halde görünüyorum. beceriksiz, işsiz ve beş parasız. öyleyim de. ama huzurluyum. bu üç olguyla ilgili pek umudum yok sanki daimi gerçekler ama dedim ya insanın kendisini tanıması neyi yapabilip ney yapamayacağını öğremesi sınırlarını bilmesi kendisini sevdiriyor eksiğiyle fazlasıyla. memnun oldum luna. seni tanımak güzeldi 2010 yılında... nice yıllara hep beraber inşallah...

2010a girerken bu şarkıyı seçmişim:
http://bozukyazacak.blogspot.com/2010/01/bu-senenin-sarksn-sectim-budur-its-been.html

sürdürülebilirlikle ilgili bir toplantıda bir ineğin yetişmesi için çok fazla su tüketildiği gerekçesiyle inek tüketimine karşı bir tepki olarak et yemeyen insanlarla tanışmıştım. pek hipivari görsellikleriyle evlerinde teknolojiye dair bir şey bulunmadığını ve hep ikinci el tükettiklerini söylemişlerdi. gelmeden önce kaç tane ne içtiklerini çok merak etmiştim.

velhasılı kelam yine telefon karşıtı bir arkadaşımın telefonsuz yaşayabilirim söylemleri doğruştusunda bir iddiaya girdiğine tanık olmuştum. elbet yaşadı ancak 3 gün sonra telefonuna geri döndü. günümüz koşullarında zor kimse kullanmasa ben de kullanmam ifadesinin telefonu için hoş bir kılıf olacağını düşünmüştü.

başka bir platformda bir tartışmada herşeyin organik olduğu köylerden bahsedilmişti. yurt dışında yaşam alanı haline gelenleri varmış hatta. belirli bir miktar parayla gidip hayatınızın sonuna kadar çamaşır makinası bile olmayan organik bir köyde yaşayabilirmişsiniz gözleri parlayan anti pek kapitalist genç kız ilerleyen yaşamını burada geçirmeye karar vermişti. bu köylerin de sektörleşmesi gerçeği yüzüne vurulduğunda bunun başlangıç olduğunu yaygınlaşması için bir basamak olduğunu savunarak bir anda pek naif oluvermişti.

bilgisayardan hoşlanmayan kişiler tanıdım. sosyalliği engellediğini insanların onun karşısında bireyselleştiğini savunan. ama kaçınılmaz bir gerçek olarak hayatlarından soyutlayamadıklarını saklamadan anlattılar. ya kitap diye sorulduğunda kafalarında baloncuk çıkıp içinde her şey sosyallik mi yazmıştı. aynı şey olmadığını bilgisayardaki iletişimin gündelik hayattaki iletişimi engellediğini söylerken parantez içine "just like cellphones" koymuşlardı

dinlerken hak vermiş ancak katılmamıştım. çok tepkili değildim teknolojiye hatta destekçisiydim. bankada sıra bekleyip sosyalleşeceğime bir tıkla işimi halledip kalan zamanımı değerlendirebiliyordum. yüzyüze görüşme imkanım olmayan arkadaşlarımla konuşuyor başka şehirlerdeki kampanyaları destekleyebiliyordum. küresel olmuştum. taşınabilir müzik çlarlar ise olmazsa olmazdı. nasıl karşı olabilirdim. kulaklık yaratılmış en yüce varlık. bir eşyaya tapacak olsam ona tapardım.

yazının gidişatında sanki bir olay anlatıp ta evet şimdi teknololoji karşıtıyım diyeceğim gibi durdu farkettim. sadece yenilenen teknolojiden hoşlanmadım. iki aya kalmadan her şeyin değişmesi gelişmesi bu nedir yaa bir bilgisayar alıp iki ay sonra keşke şimdi alsaydım demekten hoşlanmadım. biliyorum bu benim elimde olan bir şey demeyedebilirim. kaset-cd-mp3 geçişinden de hoşlanmadım. walkmanim hiç bozulmamıştı hala çalışıyor. diskman hemen gitti mp3 çalar görece daha dayanıklıydı ama o da gitti. escort celeron bilgisyar vardı ilk almıştık hiç bozulmadı kursak çalışır kesin ama çok gelişmiş vaio hurda olsu iki senede. tüketime karşıyım. ayıp yazık günah. bu nedir yaaa.

bi kaç ay önce çekmecemi düzeltiken kasetlerimi görmüş heyecanlanmıştım. içlerinden ulutsuzluk özlemini seçip hemen tvnin altındaki eski gazetenin kuponla verdiği vcd çaları olan müzik setinin kaset bölümüne yerleştirdim. gittim kanapeye uzandım. "beklerim seniiii metroooo çıkışındaaa" diye söylerken vicuuuuuuvvvvv kaset sardı. fena sardı düzeltilebilir gibi değil hatta bant koptu falan filan. o kadar pişman oldum ki onu teybe taktığıma ne güzel duruyordu çekmecede nostaljik nostaljik. yine duruyor hem de daha nostaljik ama öldürmüştüm onu işte. cinayet işlemiş gibi hissettim.

karışık konular. ikilem yaratıyor insanda. teknoloji karşıtlığı yandaşlığı değil yani konu. konu nedir ne diğldir bu da değil konu. resmen pradoks yaratıyorum yazı içinde. benim kafam kaç tane içmişim gibi acaba...

neyse doz aşımına uğratmadan sizi hokus pokusla yok olayım. oldum.

ne varsa eskilerde var

23:56 11 Aralık 2010 Cumartesi



iyi geceler

00:32 10 Aralık 2010 Cuma

karanlıkta yazıyorum... harfleri görebilmek için boynumu anatomime ters düşecek bir biçimde eğmem gerekiyorsa da yazıyorum. kaslarımdaki isyan beni durdurmaya yetmiyor. diktatör bir kalem gibi üstlerini buruşturup atıyorum beğenmezsem.

acımasızca davrandığım oluyor bu aralar. hiç acımadığım kimeseler.

ayna klişesine hiç girmeyeceğim. ama yüzümün hiç bir ayrıntısını ezbere bilmiyorum sadece bütünün ne anlattığına dair fikirlerim var.

kaslarım şiddeleniyor. isyanlarını bastırmak için boynumu yukarı kaldırıp bir süre susmalarını bekliyorum. yerinde bir rejim. her şey istediğim gibi oluyor. pek fazla sürmese de.

ve öksürük. içime atlet giymedğim için çevrelemiş bedenimi. tam kas isyanımla baş edebildiğim için gururlanmışken hiç beklemediğim öksürük işgali tüm keyfimi kaçırıyor. diktatörlük bana göre değil. iç organlarımı bile hizaya sokamıyorum henüz.

ama canımın istediği bir şey var böyle durumlarda çok fena.

uyumak...

doz aşımı

21:32 7 Aralık 2010 Salı

zırrrrr......
zırrrrr......

kapı mı telefon mu çalan anlayamadı. ikisinin de aynı anda çaldığını farketti sonra. sesi mi görüntüyü mü tercih edecekti? beklediği biri vardı. kapıdaki mi yoksa telefondaki mi oydu? hızlıca kapıyı açıp o değilse koşarak telefona bakmaya karar verdi. kapıyı açtı değildi hemen telefona koştu değildi. ikisini de kapattı.

tik tak...
tik tak...

bekledi, bekledi, bekledi. yemeğini hızlı hızlı yedi ya gelirse diye. tam uykuya bile dalamadı ya duymassam diye.

cızır...
cızır...

elinde bitmiş bir şişe televizyon karşısında en paspal haliyle uzanmıştı. uykusuzluktan gözleri morarmış, saçı başı darmadağın, az sonra banyoya girecekti.

zırrrrr....
zırrrrr....

kapı çaldı. yavaş hareketlerle kapıya gitti. gözleri uykulu delikten bile bakmadan üstünü başını düzeltmeden kapıyı açtı.
gelmişti....

gıcır gıcır...

saçları yapılı kıyafetleri ütülüydü. parfüm kokulu yakası bembeyazdı. elinde boş şişeyle duran kadına baktı. şişeyi elinden aldı yanağına bir öpücük bıraktı. üstünü giyinesine fırsat vermeden elinden tutup dışarı çekti.

pat pat...
pat pat...

koşturarak indiler merdivenleri. dışarı çıkınca ellerini açtı kendi etrafında döndü şaşkın kadına bakarak:
"değer mi" dedi. "benim gibi bi adam için bu güzellikten eksik kalmana değer mi" "nasıl yaptın bunu kendine?" "hayat sokaklarda."

kadını dudağında öptü ve gitti.

her elektronik aletin kaderinde bir gün tozlanmak vardır...

bakarak konuşmak

14:52 2 Aralık 2010 Perşembe

- ne içiyorsun
- meyve suyu
- sek mi?
- yoo sek içince çarpıyor içine biraz vodka attım
-canın mı sıkkın?
- sadece şaşkınım.
-hmm anlıyorum.
- anladığını sanmıyorum. anlamış gibi görünmene aldırmıyorum.
- gerçekten anlıyorum. oradaydım. yüzünün nasıl değiştiğini gördüm.
-farkettim gözlerimi kaşırken ağladığımı sandın hatta.
-ağlamıyormuydun.
-kolay kolay ağlamam.
-seni daha önce ağlarken gördüm.
-zor anlarımdan birini yakalamış olmalısın.
-....
-....
-buradan gitmek istemiyorsun?
-burayı sevdiğimi mi sanıyorsun. bok gibi burası.
-...
-...
-gitmem gerek
-güle güle

3 değil 1 maymun

21:35 1 Aralık 2010 Çarşamba

görmediği her yer çok uzakta sandı
duymadığı kelimeler dilsiz miydi
okumadığı kitaplar hiç yazılmamış
ya dinlemediği şarkılar
hiç söylenmememiş miydi

aklına hiç gelmeyen fikirler
onları da mı yok saydı
kendi atmadığı adımlar
hep mi geri kafalıydı
halk dilinde ağzı iyi laf yaptı
ama kafasında hiç AMPUL yanmadı