gereksiz tespit

00:04 17 Şubat 2011 Perşembe

eskiden sevdiğiniz bir şarkı var diyelim. albümde dinlediniz defalarca ama aslında bilerek değil. siz albümü sevdiniz belki bir iki hafta hep o albüm döndü fon da kulaklığınızda....

ama seneler mi geçti sonra...

ve unuttunuz o şarkıyı... albümün adı geçse bile o şarkı hiç gelmedi aklınıza başka parçalar geldi. ve bir gün bir arkadaşınız (seneler sonra dediğimi hatırlayın) size o parçayı göndersin.

çok garip bi duygu bu. parçayı sözleriyle yeniden dinleyin sonra. eski bir dost mu gibi. ya da unutulmuş bir sevgili mi gibi. ya da tarifini bilmediğiniz tatlı mı gibi...

ne gibi ben biliyorum işte o duyguyu eşleştirdim yine tarif edemediğim bir duyguydu. serisi olan bir romanın ilkini okudunuz diyelim. ikincisini aldını başka karakterlerin hayatı anlatılırken kitabın ortalarına doğru ilk kitapta okuduğunuz ana karakterler kaleme alındı. haha o duyguyla bu duygu aynı işte. eski dost görmüş gibi. unutulmuş sevgiliyi hatırlamak gibi. tarifi bilinmeyen tatlıyı yemek gibi. ikinci kitabın balında yeni ana karakterlere dalmış ilk kitabı unutmuşsunuzdur ancak yazar öyle ustadır ki ortalarında birinci kitabın anakarakterlerini yan karakter olarak tekrar ortaya çıkarır. gerçekten heyecanlanırsınız.

bu gereksiz tespiti az önce yaptım. yooo içmedim bir şey. ama çok mutluyum bu tespitim için. bu duygular beni mutlu kılan şeyler.....

bir de geçen gün keşfettiğim sulu kuru boyakar beni çok mutlu etti. ben resim mesim çizemem ama paintte çok eğlenceli. yani kolay ve çok ayrıntı gerektirmiyo. bir tıkla tüm alan boyaması yapılıyor ben uğraşmıyorum. yoksa resim hep ayrıntıcı ve ince ayara gerektiren bir şey gibi gelmiştir. sıkıcı gelmiştir yani. ama basit basit çizmeyi sevdim. tesadüfen keşfettim. bilgisayarım yokken de aklıma geleni yazmaktansa çizebileyim diye kalem boya almaya gittim. ve sulu kalem buoyalarla böyle tanıştım işte. teknoloji ilerlemiş hem sulu boya hem kalem boya olmuş. ahhh ilkokul günlerim.....

her şeyi yeni öğrenen küçük kız, çizgi çizmeyi bile.... özledim seni...

gariplerden garip beğendim

22:03 15 Şubat 2011 Salı

şimdiiiiiii çoook garip şeyler oluyoooor.....

eve tedaviye gelen doktorun misyoner çıkması garip gerçekten....

ve benim şu kulaklığımdaki sesi duysanız gerçekten garip.....

ayak konusu

13:57 12 Şubat 2011 Cumartesi

efeniiim grip mikrobunu halen vücudumu terketmiş olmasa da arayı soğutmayı başardım. yavaştan ayrılık tohumlarını ektik bakalım fazla sürmez ateşli bir kavga daha ve ayrılık hoş gele....

sonunda benim de anı istediğim gibi durduracağım hatta ışığı kandırabilirsem farklı anlatabileceğim bir makinem oldu. yaptığım bine yakın deneme çekiminin hepsini buraya flckrıma biyerlere koymak istiyorum ama yok bu eziyeti yapmayacağım merak etmeyin. çünkü bu ilk çekimler bok gibi olur. odamdaki masanın belki 20 tane aynı pozuyla çekimi var biri noise olmuş biri fazla ışık almış biri kapkaranlık...vs. hele yanlış ayardaki çekimler kabus gibi. haaa fotoğraflarımın bir çoğu zaten az ışıktan kararmış. kompozisyon çalışmlarım yok henüz. grip halimle burun spreyimin portresini çalıştım baya. ilaçlarımın bir de. sonra konu yoksa ayak süper konuymuş öğrenmek için bunu anladım. makineyi eline al. odağa ayağını koy oooh mis dene dene çek. bir de balkonu camla kapatmaya karşıydım da iyiki kapattırmış annem. hastayım ama açık havada çekim denemsi de yapabildim.

blog istatiği yapacağım bak şimdi aklıma geldi acaba kaç kere grip olsuğumu yazdım buraya. ama şimdi üşenmelerden üşenem beğenerek en beğendiğim üşenmemei üstüme giyindim. şu an yapmayacağım.

içerden ismimi duyuyorum tonlamasında ve ses yüksekliğinden anladığım kadarıyla çağırılıyorum.

beni özleyin anacığım byeeeeeeeeeeeee....

dibe batmış çıkamamış not: gribim boyunca elimde tuvalet kağıdı ve nemlendirici kremle gezdim. çok rulo btirdim. solo solo solooooooooooo....
aklımdan hiç çıkmayan reklam müzikleri etiketi de mi yapsam????

iki nokta vesaire

00:34 2 Şubat 2011 Çarşamba

reklamlar gerçekten beyin yıkıyor. mesela biber salçası reklamı. her gece ben farkında olmadan tam da yatağıma uzanmış uykumun gelmesini beklerken içimden söylemeye başlıyorum:
"öncü öncü öncü biber salçası"

markete gitsem salça almaya rafta da bu biber salçası olsa aynı film karesi gibi olacak. fonda bu şarkı çalacak diğer tüm salçalar buğulu görünecek ve kutu öne çıkacak net bir şekilde hem de. ve bingo onu lacağım. çünkü uykumu beklediğim gecelerde beni yalnız bırkamayan ben çağırmadan yanıma gelen bir şarkısı var. ona ihanet edemem.

ve sıradışı şeyler oluyor. 6 yaşındaki bir çocukla bir oyuncak için mücadele ediyorum mesela. hemmen anlatıyorum;

geçen sene bime oyuncak ksilefon gelmiş. annem komşunun oğlu küçük mahmuta hediye etmek için alınca gördüm. tabii gerçeğini hayal edip sahip olamamış ben bu oyuncağı bilinçaltımdaki şablonla eşletirip onu sahiplendim. bu oyuncak enstrüman uğruna ilk mücadelemi 1 yaşındaki mahmuta karşı kazanmıştım. evet evet sesini de sevmiştim. olmayan kulağım ve müzik ruhumla kendi kendime şarkılar besteleyecektim. hatta ona eşlik edecek bir de blok flütüm vardı. yine iki yaşındaki yağmurun annesinin gözünün içine bakarak ona veremeyeceğimi sevdiğim bir şey olduğunu ima ederek ikinci zaferimi de kazanmıştım.
bugün...
annemin dikilleri için pansumana geldiklerinde 6 yaşındaki küçük oğlan çocuğu da gelmişti yanlarında. babam hemen çocuğa uygun oyuncağım olup olmadığını sordu. tabiiki yoktu ben de oyuncak ne gezer. çubuklu bir şey vardı notalar çıkıyordu dedi ki ben o anda iki nokta s şeklindeki yüz ifademi aldım. neyse kem küm ehem ehem diyerekten gittim getirdim. çocuğa göstererekten öğretmeye çalıştım. onda da pek müzik kulağı yokmu iyi anlaştık. çocuk onla oynayadursun babam sordu: "hep mi verdin oynasın diye mi" noktalı virgül ve kapa parantez yüz ifadesine sahip. içimden nasıl geçiyor "oynasın diye demek" ancak gelgör ki mahalle baskısı kurbanı oldum yeniden: "sevdyse onun olsun. içinde bir müzik cevheri varsa ortaya çıksın isterim" dedim. neyseki sanata pek ilgili olmayan babası sesten rahatsız olmuş bir şekilde:
" aman yapmayın bu sese kim katlanır mümkünse ortaya çıkmasın o cevher" diyerek bana oyuncağımı geri verdi.
çocuk bana baktı ve ne gördüğünü çok iyi biliyorum:
kırmızı boynuzlarıyla iki nokta büyük de yüz ifadesi.

eh napalım melek değilim en nihayetinde.

ve üçüncü zaferimi de kazanmış bulunmaktayım.