burton ve alice

01:04 29 Temmuz 2009 Çarşamba

orticanımın pek bir sevdiği ve beni de heveslendirdiği coraline i buradan duyurmak istedim. sitesine girin pek sevgili okuyucularım. http://www.coraline.com/ bayılacaksınız.
ve hemen filmini izlemek isteyeceksniz.
ama asıl duyurmak istediğim (beni asıl heyecanlandıran) burton'un çektiği martta vizyona girecek alice in wonderland. sanki bana hediye etmek için yapılmış bir film. elbet içinizde kızanlarınız olacak filmi kendime mal ettiğim için. umursamıyorum. beni şimdiden heyecanlandıran alice, burton ve carter birleşimi deep'i de unutmamalıyım. bu oyuncu kadrosulya ve yaratıcı fikirleriyle burton'u kıskanmayan insan yaşamıyor demektir. ve benim tanrım, benim yaratıcım o. bir tim burton karakteri olmak... her halde büyüyünce ne olacaksın diyenlere bu cevabı veriyordum:)) oyuncu olarak değil, bu karakterin gerçek hali olmak. canlı olmam şart değil. kağıt üzerinde yazılarak ta yaratılmış olabilirim. her neyse alice in wonderland'in devamı niteliğindeki "through the looking glass" kitabını bulursanız lütfen bana alın. ben bulamadım. belki ben beceriksizimdir oldukça... bu film için gerçekten heyecanlanıyorum vizyona girdiği ilk gün gideriz artık sakın plan yapmayın. hem alice hem burton... bu bir rüya olmalı...
White Rabbit - Jefferson Airplane
One pill makes you larger
And one pill makes you small
And the ones that mother gives you
Don't do anything at all
Go ask Alice

When she's ten feet tall
And if you go chasing rabbits
And you know you're going to fall
Tell 'em a hookah smoking caterpillar
Has given you the call
Call Alice

When she was just small
When men on the chessboard
Get up and tell you where to go
And you've just had some kind of mushroom
And your mind is moving slow
Go ask Alice

I think she'll know
When logic and proportion
Have fallen sloppy dead
And the White Knight is talking backwards
And the Red Queen's "off with her head!"
Remember what the dormouse said;
"Keep YOUR HEAD"

_jefferson airplane_
buraya filmin fragmanını da koymak istedim ancak kendi bilgisayarımda olmayışım ve kısıtlı imkanlarım buna engel oldu....
her neyse siz fragmanı mutlaka izleyin:
http://www.traileraddict.com/trailer/alice-in-wonderland/teaser-trailer
ve bu dönem (ki benim için berbat bir son dönem olacak bildiğiniz gibi) şubata kadar beyaz tavşanı takip edeceğim. some kind of mushroom a da ihtiyacım olacak. bu film bana şubat mezuniyetimin hediyesi olacak:)))
hepimize iyi seyirler....

alakasız

00:10 24 Temmuz 2009 Cuma

pek okunmayan nacizane blog sayfamı yeniledim farkettiyseniz. apar topar alınıp getirildiğim kuşadasında kafamı toparlamaya çalışıyorum. kafamla aynı anda eşyaları da toparlıyorum. taşınmak zor iş... blogumu taşırken de zorlanmıştım ancak bu kadar değil. insanın kafası güzel olmadıkça hiç bir şehir güzel gelmiyormuş. bu güzel kafa hayattaki herşeyin yolunda gitmesiyle sağlanabilir, bir şişe yıllandırılmış jim beam black le de sağlanabilir. ya da bir miktar ganjayla... o zaman güzelleşirmiydi gittiğim şehirler,,, geçtiğim kişiler,,, sokaklar,,, evler,,, içine balla ceviz sürülmüş petit beurreler. ileri tarihin sayfalarına işlenecek bir konunun içindeki figüran olmuşmuyumdur acaba hiç... iki yılık şarabım değildir herhalde bu düşünceye gidişimin nedeni. toplumsal her şeyden bağımsız bir meslek seçecek olsaydım; marangoz olurdum. paket halinde alınmış bir kitaplığı basitçe monte etmiş olmam değil beni heveslendiren. yine de en sevdiğim mevsim kış:) kafanız mı karıştı ne alaka birden mevsimlere geçtim diye. bir öss sorusu olsaydı paragrafı bozan cümle olarak seçerdiniz muhtemelen. ancak bu cümle sizin seçiminize bırakılmadı ne yazık ki. hiç bir kurala bağlı yazmamak isteğiyle akla gelenin döküldüğü bu yazı zaten okuyucusu çok az olan bu sitede yayınlanarak özgür kalacak. telif hakkı da yok. çalabilirsiniz. ancak asla şıklarla belirtilmiş cümleleri ve neyi seçeceğinizi belirtecek soru kökü olmayacak. her türlü sınavın karşıtı direnişci harfleri yan yana koyarak bütünleştiler. çünkü yaz ayları terletir. sıcak hava terletir. yapış yapış vücutta insan bedeninden tiksinir. bir havuz böyle zamanlarda güzel olur işte. kafan güzel olmasada serin sulara atladığında, vücudun hissettiği anda serinliği ve daldığın sudan başını saçlarını geri atarak çıkardığında ne şehrin ne de kafanın güzelliği umrunda olmaz. o an rahatsındır. ancak güneş seni rahat bırakmayacak... tek bir ter damlası yeniden düştüğü anda boynundan göğüs aralığına ya da aktığı zaman sırtından kalçana... ne kadar seksi gibi görünse de artık güzel olmayan şey sadece kafan ve şehir değildir. yeniden vücudun da eklenmiştir. ve güzellik aslında ne saçma bir kavramdır ki bunun varlığı insanın memnuniyetsizliğinin başlıca nedenidir. kar da güzeldir. şehri güzelleştirir. kafan güzel olmasada üşüyen bir vücut sevişmeye daha isteklidir. bağımsız yazı dizisi sonlara yaklaştı gibi. parmaklarım ağrıyor yavaş yavaş. zaten midem kötü bu aralar. sizi hiç ilgilendirmeyen bu cümleleri öznel olarak işaretleyebilirsiniz. bu seçim sizi istediğiniz hayata götürecekse buyrun bu yazı da sizin olsun. tek seçimlik hayat işte....

yaratım

15:55 11 Temmuz 2009 Cumartesi

garipizme göre...
garipliklerle dolu hayat tesadüfi bir yaratım değildir.
içinde kıvılcımlar olan bir varlığın can sıkıntısıyla başladı her şey. kendisini boşlukta buluveren bir garip; nasıl olduğundan ne olduğundan habersiz. boşlukta yapacak bir şey bulamayan yok olmak kavramından yoksun. yokluğa uzun uzun baktı, inceledi, bekledi... hiç bir şey olmadı. sıkıntıyla bir of çekti ki nefesinden bir can oluşuverdi. ilk yaratımı o an farketti. nefesinde can vardı. bu garipcik canlı yatamaya başladı. değişik değişik canlılar yaratarak eğleniyordu. her yaratım garipten korkuyordu. o herşeyi var edebildiği gibi yok ta edebilir sanıyorlardı. ona samimi davranmıyorlardı. oysa garip yok etmeyi bilmiyordu. bu yüzden hala mutlu değildi. yalnızlığı öğrenmişti. ağlıyordu geceleri. göz yaşları can yakıcıydı, yaratımlar cezalandırıldıklarını düşünüyorlardı. garip canları acısın istemiyordu oysa. umutluydu onu anlarla diye bekliyordu. nefesinde bir melodi keşfetti. ıslık. çok sevdi garip bu sesi. bu melodiden oluşan yaratımlar müzisyen oldular. müzik garipin umudunu yeiden yeşertti. yok etmeyi bilmiyordu garip. o, canlıyı yaratıyordu. bu yaratımlar ise cansızı... yenilikleri, yaratıcılığı hep beğenirdi garip. yaratmayı severdi, çünkü her yaratımın farklı hikayesi olurdu. hikayeleri dinlerdi. öğrenmekten aldığı haz yatratmaktan aldığından daha büyüktü. canları bitince ölmeye başladı yaratımlar. ya hikayeler azalıyordu ya da hep yeniden yaratmak zorunda kalıyordu. yarım kalan hikayelerin sonunu öğrenemediğinden içinde bir şeyler eksik kalıyordu garibin. canları azaldıkça nefesini verdi onlara ölümsüzlüğü buldu. bir süre sonra üremeyi keşfetti canlılar. kendi kendilerine çoğalabildiler. ilgiyle izledi garip bu gelişmeyi. sevinmişti aslında. herkes onun gibiydi. herkes yaratabiliyordu. yalnız değildi. yeni canlı yapmak garipsenecek bir durum değildi. onun yaratmadığı canlılar ölümsüz olamıyordu. ne kadar üflese de onlar bir süre sonra ölüyordu. ve kimse garibe inanmadı. kıskanıp bu yeni yaratıları öldürdüğü sanıldı. garip yine yalnızdı. canlılar üreyip büyümeye ve ölmeye devam ediyorlardı. yalnızlık garibin içini kemiren bir hayvan gibiydi. yavaş yavaş çöküyor her gün umudunu kaybediyordu. müzik bile ona yetemiyordu. diğer yaratıcılarla vakit geçiriyordu. ressamlar, heykel traşlar, yazarlar...onlar onu anlar sanıyordu; onlar da yaratıyorlardı ya. yaratıcılar yaratılarını sahipleniyor, kendi isimlerini veriyorlardı, yaratıcılarının istediği yerde duruyor, düşünmüyor, yaratıcılarına bağlı kalıyorlardı. ama hikayeleri yoktu. yeni bir şey öğretmiyor olanı anlatıyorlardı. hiç bir şeyden haz alamayan garip. yarattığı için yalnız kaldığını düşünerek yaratmamaya karar verdi. nefesini tuttu. can kaynağı nefesiydi ya. tutunca yok olacağını bilemedi. yok oldu. ölümsüzlüklerinin sürdüğünü sanan canlılar onun yok olduğunu anlamadılar. küsüp saklandığını düşündüler. ilk başta umursamadılar. ölümsüz sandıkları bazıları ölünce garipi barıştırmaları gerektiğini anladılar. ne yaparlarsa barışacağını düşündüler. garipin yalnızlığını hiç anlayamayan ona hep itaat etmek zorunda kaldıklarını düşünüp samimi olmayan bu yaratımlar tüm canlıların uyması gereken kurallar yazdılar. ona itaat edin, ona yalvarın onun için canınıza kıyın kurban verin, o herşeyi var eden ve yok edendir ondan korkun, bizi affetmesi için yalvarın yarattığı için teşekkür edin dediler. üreme, büyüme ve ölüm mekanizması devam etse de garibin yalnızlığı ve hayattan nefret edip kendini yokedişi hiç kimsenin aklına gelmedi. hiç ölümsüz kalmadı. ölümlüler, garibin onları denediğini, diğer ölümsüzler gibi yapıp yapmayacaklarını görmek istediklerini düşündüler. garibin bağışlayıcı olduğunu ve ölümlülerin sadakatini anlayınca onlara da sonsuzluk verip bolluk içinde yaşatacağına inandılar. garip yalnızdı, mutsuzdu, öğrenmek istiyordu, henüz çocuktu, yok oldu....

kaygısız aptal

23:57 5 Temmuz 2009 Pazar

tavan arasında bir odam var. ufacık penceresinden bakınca bir ahır arkasında eski küçük bir ev görünen. bu ufak camın hemen önünde bir bacağı kırık masam ve üzerinde lambam... bir türlü 20 lira veripte alamadığım saman yapraklı el yapımı defterim aklımda. yaşadığım onca felakete rağmen tam bu noktada aklımdaki tek şey o. defterimin üstünde gerçeğinde olmayan bir üzüm salkımı olsun istiyorum; bakır işlemeli. ilk sayfasına yazacağım kelimeleri düşünüyorum. yazı karakterimi değiştirmek hakkında şüpheler taşıyorum. hiç sevmediğim ve hiç te saygıyla anmadığım bir kimya profösörünün hiç beğenmediğim bir cevabıdır (kendisi eminim espiri olduğunu düşünüyordur); sıkıcılığından hiç bir şey kaybetmemiş bir organik kimya dersidir. ODTÜ'de kimya amfisinde... arka sıralardan görünmesi imkansız küçük yazılara sahip hocamızdan bir arkadaşım daha büyük yazmasını rica ediyor. buna karşılık alınan ve yukarıda bahsi geçen cevap:
"yazılar kişinin karekterini belli eder. ben bu yaştan sonra senin için karakterimi değiştiremem".
bu cümleyle ilgili daha fazla yorum yapma gereği duymuyorum. bu adama bir kez daha bu olayın anılarım arasında yer edinmesine vesile olduğu için kızıyorum sadece.
nereye giderseniz oraya ait bir kafanız olsun ister miydiniz? o an bulunduğu yeri sahiplenen diğer yerleri unutan. anı yaşamak mı denir buna. carpe diem mi yoksa amor fati mi? bu bir çelişkidir. kafanız sadece o anı yaşamak isteyen ciddiyetsiz bir sorumsuz mu yoksa her durum için o anın devamlılığının kendisini rahatsız etmeyeceğini düşünen bir üst insan dönşümü mü? kafanızın işleyiş biçimini anlayabiliyor musunuz? kafanızı kendinizden bağımsız düşünün bakalım bir. beyninize insan mı derdiniz insan üstü mü?
dingin ruhuma geri döyorum. fazlaca ısınınan ve cızırdamaya başlayan lamba yazımın gidişatını değiştirmiş olmalı. mum yakayım. mum ışığında hiç yazı yazmamıştım diyemem; ilk ve orta okulda elektrikler kesildiği zamanlarda ödevimi mum ışığında yapardım. lisede demiyorum çünkü sadece orta okul son sınıfa kadar çalışkandım.
ankara sanat tiyatrosunun taşınması tartışmalarında canımı daha çok sıkan bir tiyatronun taşınmak zorunda kalma durumu mu? yoksa anılarımda yer edinmiş birinin orada çalışıyor olma durumu mu? bilrmedim.
ankara'yı çok sevmem aslında. hayata dair can yakan tüm gerçekleri orada gördüm. ama özlediğim şeyler var; ardıçta oturmayı dost'ta gezinmeyi, dosttaki kitaplarla turhandakilerin fiyatlarını karşılaştırmayı, adil handa ajanda aramayı...hiç bir semti hiç bir caddeyi değil de konur sokaktan geçmeyi ve hiç istemeyerek bindiğim ODTÜ dolmuşunu... çok yeni keşfedilen arafta 2 buçuk liraya bira içmeyi...
ödevleri yetiştirebilmek için eryamana gitmeyi yer bulamayıp 1 saat ayakta beklemeyi ve sabaha yetiştiremediğimiz ödevin kalanını otobüste yapmayı...
öyle bir yazdım ki, sanki birdaha hiç ankaraya gitmeyecekmişim gibi. aksine, öyle görünüyorki hiç ankaradan kurtulamayacağım. yakamı bırak başkent... bırak yakamı. kara delik misin ki girdim çıkamıyorum. bürokrat dolu caddelerinden bunalıyorum. her tarafta çevik kuvvet görmekten tiksiniyorum. makam arabalarının karanlık pencerelerinden, adım başı bakanlık görmekten, üniversitenin formalitelerinden, yağmurundan, karından, fırtınandan, selinden çamurundan, doğal kısmından bile bunaldım. dershanelerin altın kaplama çürük dişlerinden, eleman ilanlarından, yerli piçlerinden, yersiz kaltaklarından, sonradan görme caddelerinden, kaygısız ayaklardan pislik akıtıyorsun komşu mahallelere.
saman yapraklı defterime başka bir şehirde başlayacağım değişen yazı karakterimle. başkent bırakırsa beni gideyim...