takıl sen popona göre

01:10 31 Aralık 2010 Cuma

resmen kıçım uyuşuyor geceleri yerde oturmaktan. (kıç kelimesini hep popo ya da göt kelimesine tercih etmişimdir) halıda oturmak fena uyuşukluk yapıyor oturmayın. mkanınız varsa koltuğa yatağa oturunuz. çocukken yastığa otururdum da annem "kıçında çıban çıkar " derdi. o çocukluktan kalma beyin hücrelerime yerleşmiş hatta bir parçam haline gelmiş cümleden dolayı yıllarca hiç yastık üstüne oturmadım. üstümden biri atlarsa boyum kısa kalır diye mesela biri geçecekken bacaklarımı çektim ki üstümden atlamasın. yine de boyum uzamadı. bir de küçük kızların göğüslerini daha tomurcuklanmadan leğenle ölçülürse büyük olurmuş. ah be annem kıçımdaki çıbanı diyeceğine bunu deseymişsin ya:)

fonda bu defa siyaset meydanı var ve bilgisayrımdaki açık pencerede ezeli arkadaşımın gönderdiği kutup çizgisi aşıkları filmi. ahh kotalı internet ve bu kotalı interneti üç kişinin kullanma sorunsalı. neyse bir kaçamak yapılabilitesi var bence. çünkü film züper. konu itibariyle zaten gönlümü fethettiki öneren referansım sağlam. fonda daimi horlama sesi sabit ancak grip burun çekemsi kesilmiş durumda. bakalım küçük kardeş er kişisini yarın sbah uyandırabilecekmiyim. ki bu sabah erkenden kalktım peti bör arası nutellası ve bir bardak sütünü hazır ettim. kapıdan uğurlarken "iyi dersler" bile dedim. kattaki tüm dairelerden çıkan başlar eşliğinde bir alkış furyası.... :) hehahhaha. şaka be in cin top oynuyordu.

senyore gidiyoreeee....
hokus pokus yok oldum....

ajanda mı sandın burayı?

02:30 30 Aralık 2010 Perşembe

gecenin köründe yatarsan hep bu olur luna ....
evet çocuk iki gündür ilk derslere giremiyor...
alarmı kapatma en azından...
ya da alarmı duyunca hemen onu uyandır...
yazık kahvaltıda yapamadı...
sen en iyisi erken yat luna...
azıcık sorumluluk sahibi ol be azıcık...
oysa ilk başlarda çok iyiydin kahvaltı bile hazırlıyordun erkenden...
her sabah süt içmesi gerek unutma....

-evet evet yeniden erken yatmalara başlamalı...
çokokrem, sarelle, nutella ve türevleri iyi ki varsınız iyi ki....

kitabı masamda buldum ve göz kırpan kapağına baktım.

gözleri hep kırmızıydı;

1- ya çok çalışıyor
2- ya çok sosyal
3- ya da alkolik

nedenini hiç öğrenemedim çünkü bu defa içini açmadım...

2010 da neler oldu?

02:04 27 Aralık 2010 Pazartesi

fonda gripten akan burnun çekilme sesi ve alçak yastıktan dolayı horlama sesi var. bir tv de oynayan hemşo filminin son sahne diyalogları....
esasında ütü yapmam gerek ancak ben oturup 2010 kritiği yapmayı tercih ediyorum...

2010 a geçen sene bir arkadaşın evinde girmiştik. envai çeşit içkimiz ve ilerleyen sayelerde öncülüğümde açılmış emmoğlu klibi ve yeni rakı yeni reklamı vardı. o reklamı o kadar çok izlemiştik ve beğenmiştik ki.... tüm sene onu izleyeceğimi sanmıştım. elma ağacına daha yeni çıkmıştım. hatta öyleki o senenin kırılım yılı olacağını snamıştık. vellhasılıkelam oldu da...

geçen seneki yılbaşı dileğim çok basitti. sadece bir sodekso kartı dilemiştim. olmadı... bir kaç ay sonra orkun işe girince onun sodeksosu oldu biz de nasiplendik oldu farzedebiliriz aslında...

2010un hemen başlarında bir heyecan da sarmıştı ki ruhumu ilk bir kaç ayı o heyecanla devam edecekti. gereğinden fazla heyecanlanacaktım hatta. fantastik bir kiyabın sayfalarında anlatılıyoruz bile sanacaktım. sonra günü birlik seyahatlerim olacak ve gerilmeler yaşayacaktım. sonra kendi yazdığım bir senaryo olduğunu anlayacaktım. ve sonra rahatsız edici bir gerginlik bedenimi hiç bırakmayacaktı....

bunlar olurken aynı anda 2010un ikinci ayında mezuniyetim gerçekleşti. yüksek lisansa başladım. elma da iyi gitmekteydi. nerdeyse tek başıma bir odada yaşıyordum. yemekelrimi çatıda yiyip arkadaşlarımla genelde gıdanın önünde buluşuyordum. şehir dışı pek gelenim gidenim olmuştu ben pek yolculuk etmiştim.

bunlar süregelsin beklemeyip öylesine başvurduğum bir programdan kabul almıştım. gidip gitmeme gelgitleri yaşarken yaşadığım çeşitli gerilimlerin de etkisiyle gitmek belki kaçmak belki bırakmak belki değişmek belki kendimden kurtulmak istedim.

onun hazırlıklarına başladım vizem hazır uçak biletim pasaportum herşeyi hazırlamıştım. ama ne yalan söyleyim bi ses içimdeki hep de gitmeyeceksin sen diyordu....

tatil için bir çok seneki gibi ege kıyılarını seçmiştim ki... ben havuzda yüzerken o beklenmeyen kaza oldu. sanırım kırılım noktası bu nokta...

her şeyi bıraktım kafamdaki... her şey boş geldi donra... kendime kızdım kızamadım belki. şu sene başında girdiğim gereksiz heycanın gerilimi yüzünden çok kızgındım kendime. çok aptal hissediyordum. sanki bedenimi saran bir gülle gibi hiç o kızgınlık geçemyecek sandım. hep çocuk kalacağım, hep fantastik kitaplara sayfa olacağım sandım.

değilmiş... kendime kızgınlığımı, fantastik kitaplarımı, gidilecek programı, geçmişimi her şeyi unuttum. resetledi sanki olay beni. değiştim. yeniden yaratıldım. sanki girdiğim hal vaziyetten kurtarıldım.

tüm bunlarda oladursun beklemediğim ama beni çok sevindiren bir telefon aldım. yıllar yıllar öncesinden kalan vicdanımın tek rahatsız noktası da böylelikle huzura erdi. kurtarılan luna vicdanen de huzurluydu. bu telefondan sonra bir iletişim furyası bir eskiye dönüş belirdi ruhumda...

bu da oladursun.... sabır taşı olduğumu anladım. kötü şartların ya da fiziksel koşulların umrumda olmadığını manevi duyguların en üst sırada geldiğini yaşattım kendime. bedenim yorgun düştü ama ruhum sanki huzura erdi. kendimi yeniden sevdim.

tüm bunlarda oladursun... fantastik kitaplardan çıkamadım ancak. kırmızıgözlü bir devin romanına yerleştim. farklı olduğumu sanacak şaşıracaktı. lunanın adı geçerse bir hikayede hep böyle olur.... ancak bu defa dur dedi ezeli bir ses ona. yapma bunu kimse anlamaz. naif insan kalmadı. durdum.

2010un son günlerinde şu an okulum dondurulmuş, işim yok geleceğim yok gibi görünmekte. evdeyim annem hasta ancak iyileşmekte. ev işlerinden anlamıyorum gn başına iki bardak kırıp devamlı bir şeylerin dibini tutturuyorum. pek bilmesem de etrafa çok güzel tatlı yapabildiğim yalanıyla ileride pastane açma hayalimi anlatıyorum. 2010 un son günlerinde elimde kendime dair hiç bir şey yok. sadece fantastik roman sayfaları... param yok... tüm elektronik aletlerim bozuldu. ayrıca tüm mutfak eşyaları da bozuldu nedeni ben gibi görünmekte. sanırım enerjim uyuşmuyor elektronik aletlerle. neye dokunsam bozuluyor...

son günlerde bombok bir halde görünüyorum. beceriksiz, işsiz ve beş parasız. öyleyim de. ama huzurluyum. bu üç olguyla ilgili pek umudum yok sanki daimi gerçekler ama dedim ya insanın kendisini tanıması neyi yapabilip ney yapamayacağını öğremesi sınırlarını bilmesi kendisini sevdiriyor eksiğiyle fazlasıyla. memnun oldum luna. seni tanımak güzeldi 2010 yılında... nice yıllara hep beraber inşallah...

2010a girerken bu şarkıyı seçmişim:
http://bozukyazacak.blogspot.com/2010/01/bu-senenin-sarksn-sectim-budur-its-been.html

sürdürülebilirlikle ilgili bir toplantıda bir ineğin yetişmesi için çok fazla su tüketildiği gerekçesiyle inek tüketimine karşı bir tepki olarak et yemeyen insanlarla tanışmıştım. pek hipivari görsellikleriyle evlerinde teknolojiye dair bir şey bulunmadığını ve hep ikinci el tükettiklerini söylemişlerdi. gelmeden önce kaç tane ne içtiklerini çok merak etmiştim.

velhasılı kelam yine telefon karşıtı bir arkadaşımın telefonsuz yaşayabilirim söylemleri doğruştusunda bir iddiaya girdiğine tanık olmuştum. elbet yaşadı ancak 3 gün sonra telefonuna geri döndü. günümüz koşullarında zor kimse kullanmasa ben de kullanmam ifadesinin telefonu için hoş bir kılıf olacağını düşünmüştü.

başka bir platformda bir tartışmada herşeyin organik olduğu köylerden bahsedilmişti. yurt dışında yaşam alanı haline gelenleri varmış hatta. belirli bir miktar parayla gidip hayatınızın sonuna kadar çamaşır makinası bile olmayan organik bir köyde yaşayabilirmişsiniz gözleri parlayan anti pek kapitalist genç kız ilerleyen yaşamını burada geçirmeye karar vermişti. bu köylerin de sektörleşmesi gerçeği yüzüne vurulduğunda bunun başlangıç olduğunu yaygınlaşması için bir basamak olduğunu savunarak bir anda pek naif oluvermişti.

bilgisayardan hoşlanmayan kişiler tanıdım. sosyalliği engellediğini insanların onun karşısında bireyselleştiğini savunan. ama kaçınılmaz bir gerçek olarak hayatlarından soyutlayamadıklarını saklamadan anlattılar. ya kitap diye sorulduğunda kafalarında baloncuk çıkıp içinde her şey sosyallik mi yazmıştı. aynı şey olmadığını bilgisayardaki iletişimin gündelik hayattaki iletişimi engellediğini söylerken parantez içine "just like cellphones" koymuşlardı

dinlerken hak vermiş ancak katılmamıştım. çok tepkili değildim teknolojiye hatta destekçisiydim. bankada sıra bekleyip sosyalleşeceğime bir tıkla işimi halledip kalan zamanımı değerlendirebiliyordum. yüzyüze görüşme imkanım olmayan arkadaşlarımla konuşuyor başka şehirlerdeki kampanyaları destekleyebiliyordum. küresel olmuştum. taşınabilir müzik çlarlar ise olmazsa olmazdı. nasıl karşı olabilirdim. kulaklık yaratılmış en yüce varlık. bir eşyaya tapacak olsam ona tapardım.

yazının gidişatında sanki bir olay anlatıp ta evet şimdi teknololoji karşıtıyım diyeceğim gibi durdu farkettim. sadece yenilenen teknolojiden hoşlanmadım. iki aya kalmadan her şeyin değişmesi gelişmesi bu nedir yaa bir bilgisayar alıp iki ay sonra keşke şimdi alsaydım demekten hoşlanmadım. biliyorum bu benim elimde olan bir şey demeyedebilirim. kaset-cd-mp3 geçişinden de hoşlanmadım. walkmanim hiç bozulmamıştı hala çalışıyor. diskman hemen gitti mp3 çalar görece daha dayanıklıydı ama o da gitti. escort celeron bilgisyar vardı ilk almıştık hiç bozulmadı kursak çalışır kesin ama çok gelişmiş vaio hurda olsu iki senede. tüketime karşıyım. ayıp yazık günah. bu nedir yaaa.

bi kaç ay önce çekmecemi düzeltiken kasetlerimi görmüş heyecanlanmıştım. içlerinden ulutsuzluk özlemini seçip hemen tvnin altındaki eski gazetenin kuponla verdiği vcd çaları olan müzik setinin kaset bölümüne yerleştirdim. gittim kanapeye uzandım. "beklerim seniiii metroooo çıkışındaaa" diye söylerken vicuuuuuuvvvvv kaset sardı. fena sardı düzeltilebilir gibi değil hatta bant koptu falan filan. o kadar pişman oldum ki onu teybe taktığıma ne güzel duruyordu çekmecede nostaljik nostaljik. yine duruyor hem de daha nostaljik ama öldürmüştüm onu işte. cinayet işlemiş gibi hissettim.

karışık konular. ikilem yaratıyor insanda. teknoloji karşıtlığı yandaşlığı değil yani konu. konu nedir ne diğldir bu da değil konu. resmen pradoks yaratıyorum yazı içinde. benim kafam kaç tane içmişim gibi acaba...

neyse doz aşımına uğratmadan sizi hokus pokusla yok olayım. oldum.

ne varsa eskilerde var

23:56 11 Aralık 2010 Cumartesi



iyi geceler

00:32 10 Aralık 2010 Cuma

karanlıkta yazıyorum... harfleri görebilmek için boynumu anatomime ters düşecek bir biçimde eğmem gerekiyorsa da yazıyorum. kaslarımdaki isyan beni durdurmaya yetmiyor. diktatör bir kalem gibi üstlerini buruşturup atıyorum beğenmezsem.

acımasızca davrandığım oluyor bu aralar. hiç acımadığım kimeseler.

ayna klişesine hiç girmeyeceğim. ama yüzümün hiç bir ayrıntısını ezbere bilmiyorum sadece bütünün ne anlattığına dair fikirlerim var.

kaslarım şiddeleniyor. isyanlarını bastırmak için boynumu yukarı kaldırıp bir süre susmalarını bekliyorum. yerinde bir rejim. her şey istediğim gibi oluyor. pek fazla sürmese de.

ve öksürük. içime atlet giymedğim için çevrelemiş bedenimi. tam kas isyanımla baş edebildiğim için gururlanmışken hiç beklemediğim öksürük işgali tüm keyfimi kaçırıyor. diktatörlük bana göre değil. iç organlarımı bile hizaya sokamıyorum henüz.

ama canımın istediği bir şey var böyle durumlarda çok fena.

uyumak...

doz aşımı

21:32 7 Aralık 2010 Salı

zırrrrr......
zırrrrr......

kapı mı telefon mu çalan anlayamadı. ikisinin de aynı anda çaldığını farketti sonra. sesi mi görüntüyü mü tercih edecekti? beklediği biri vardı. kapıdaki mi yoksa telefondaki mi oydu? hızlıca kapıyı açıp o değilse koşarak telefona bakmaya karar verdi. kapıyı açtı değildi hemen telefona koştu değildi. ikisini de kapattı.

tik tak...
tik tak...

bekledi, bekledi, bekledi. yemeğini hızlı hızlı yedi ya gelirse diye. tam uykuya bile dalamadı ya duymassam diye.

cızır...
cızır...

elinde bitmiş bir şişe televizyon karşısında en paspal haliyle uzanmıştı. uykusuzluktan gözleri morarmış, saçı başı darmadağın, az sonra banyoya girecekti.

zırrrrr....
zırrrrr....

kapı çaldı. yavaş hareketlerle kapıya gitti. gözleri uykulu delikten bile bakmadan üstünü başını düzeltmeden kapıyı açtı.
gelmişti....

gıcır gıcır...

saçları yapılı kıyafetleri ütülüydü. parfüm kokulu yakası bembeyazdı. elinde boş şişeyle duran kadına baktı. şişeyi elinden aldı yanağına bir öpücük bıraktı. üstünü giyinesine fırsat vermeden elinden tutup dışarı çekti.

pat pat...
pat pat...

koşturarak indiler merdivenleri. dışarı çıkınca ellerini açtı kendi etrafında döndü şaşkın kadına bakarak:
"değer mi" dedi. "benim gibi bi adam için bu güzellikten eksik kalmana değer mi" "nasıl yaptın bunu kendine?" "hayat sokaklarda."

kadını dudağında öptü ve gitti.

her elektronik aletin kaderinde bir gün tozlanmak vardır...

bakarak konuşmak

14:52 2 Aralık 2010 Perşembe

- ne içiyorsun
- meyve suyu
- sek mi?
- yoo sek içince çarpıyor içine biraz vodka attım
-canın mı sıkkın?
- sadece şaşkınım.
-hmm anlıyorum.
- anladığını sanmıyorum. anlamış gibi görünmene aldırmıyorum.
- gerçekten anlıyorum. oradaydım. yüzünün nasıl değiştiğini gördüm.
-farkettim gözlerimi kaşırken ağladığımı sandın hatta.
-ağlamıyormuydun.
-kolay kolay ağlamam.
-seni daha önce ağlarken gördüm.
-zor anlarımdan birini yakalamış olmalısın.
-....
-....
-buradan gitmek istemiyorsun?
-burayı sevdiğimi mi sanıyorsun. bok gibi burası.
-...
-...
-gitmem gerek
-güle güle

3 değil 1 maymun

21:35 1 Aralık 2010 Çarşamba

görmediği her yer çok uzakta sandı
duymadığı kelimeler dilsiz miydi
okumadığı kitaplar hiç yazılmamış
ya dinlemediği şarkılar
hiç söylenmememiş miydi

aklına hiç gelmeyen fikirler
onları da mı yok saydı
kendi atmadığı adımlar
hep mi geri kafalıydı
halk dilinde ağzı iyi laf yaptı
ama kafasında hiç AMPUL yanmadı

uzakgörü

21:10 23 Kasım 2010 Salı

gidebildiği yere kadar gitti. gidebildiği yer çok değildi ya uzaklaştı denebilirdi yine de. yok yok tahmin dildiği gibi durup geriye bakmadı sesleri duyamadığı için anladı uzaklaştığını. sesler azaldıkça huzur buluyordu. adımları da yavaşlıyordu tabi. yorulduğu yer işte orası; gidebildiği yer. sessiz.

desibeli düşük başka sesler duydu sonra. yavaş yavaş yükselen. önünde birşey geçti: do başka bir şey daha re, ardı arkası kesilmedi do re mi fa sol la si ... devamlı kalınlaşan ritmik melodi. halka oluşturdular etrafında. hepsini tek tek dinledikten sonra elini nazi işareti yapar gibi kaldırdı. tüm sesler sustu. sonra tekine nazi elini salladı ses verdi siiiiiiiiiii ardından bi başkasına salladı elini ses verdi laaaaaa diyezlere alkış tutturdu. sesler o istedikçe geldi yeni bir melodi oluştu.

sakin gidiyorlardı. acele etmeden. telaşsız. çağırdığı ses geliyor sesini verip tekrar yerine geçiyordu. düzen, intizam, disiplin. yok yok nazi elinin bir marifeti değildi bu. aşkın marifetiydi.

sakin de olsa yüksekti desibeli. çok uzaklardan duyulabiliyordu. diğerleri duymuş hemen yanından dinlemek istemişlerdi. koşar adımla, alelacele geldiler.

ilk önce rahatsız olmadı tekrar uzaklaştığı sesleri duymaktan. dinlesinler kimene dedi. ama uslu durmadı yeni gelenler. onlarda beğendikleri sesi çağırdılar. herkes bir ses çağırınca kakofoni oluştu.

elleriyle kulaklarını kapattı. dizlerinin üstüne eğildi. karnını içine çekti. nefesini içine çekti. çekebildiğinden fazla çekti. farketmedi ne kadar çektiğini. ellerini ıraktığında artık duymuyordu.

yetmedi sadece görüntüleri bile huzursuzluk veren bir karmaşaydı. bu defa gitmedi. sadece arkasını dönüp uzaklara baktı.

mim zincirinden kopup gelen yazı

21:53 22 Kasım 2010 Pazartesi

az önce çok eğlenceli bir e posta aldım ve tulkas tarafından mimlendiğimi öğrendim. mimin kurallarını aynen onun yazısından kopyalayıp yapıştırıyorum:



"Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.
Mim Kuralları:
1 - Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
2 - Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
3 - Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
4 - Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
5 - Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.6 - Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez."



(5. kural süper bu arada)



eveeet gelgelelim elimi içinde azıcık kitap bulunan kutuma daldırdım. kutudakileri henüz okumadım çünkü okuduğum kitapları züleyhaya verdim o da okusun diye binevi değiş yokuş. neyse elime geçen kitap Orhan Kemal "dünya evi" oldu. nedense bi hayal kırıklığı yaşadım çünkü daha güzel bir kitap ummuştum.



kitabı bana çokça zamandır görüşmediğim ortaokul arkadaşım seda hastanede sıkılacağımı düşünerek hediye getirmişti. elinin altındaki kitabı çıkarken alıp getirmiş yani. bu nedenle çok sıcak ve tatlı bir hediye olduğunu düşünmüştüm. bir kitabım oldu diye de çok sevinmiştim ayrıca.

dediğim gibi kitabı henüz okumadım. ama arka kapak yazısını okuyunca okumamaya karar vermiştim. sedanın bir sonraki ziyaretinde geri vermek için kutumda beklemesine müsade ettim. kitap klasik bir roman vari pemde dizi tadında gibi geldi bana arka kapak yazısını okuyunca.



evet evet koku şahane hem de eski kitap. offff teşekkürler mim başlatıcısı zincirindeki tulkas epeydir koklamadan okuyordum yeniden kokusunu hatırlattığın için.



eveeet gelelim mim konumuza 55inci sayfayı açtım bir sürü diyalog var. ama kısacık bir paragraf tabiiki seçtim:



"Kitabı aldı, kapağın arkasındaki sayfaya kurşun kalemiyleyazdı:En iyi arkadaşım geleceğin Beethoven'i odacı Şaban'a. Şaban çıldıracaktı. Kitabı ona vermişti, geleceğin Beethoven'i demişti!"



üç kişiyi mimleyelim bakalım kimler kitap koklamayı hatırlayacak hmmm evet tabiikide whymypen, rüya büyücüsü, ve belki hem yazmayı hem kitap kokusunu hatırlatır diye spartaküs

ballı ceviz kızartması

22:24 21 Kasım 2010 Pazar

ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında....

ceviz ceviz ceviz. süper misin. her şeyin mi süper. bayram geldi cevizli baklavalar döküldü birer birer. ama kuru incir tatlısı bu bayram da yok.... pastanelerde de yok pastanemi açayım kuru incir tatlımı menümün kapağına koyacağım. vitrinimi onunla süsleyeceğim. şu fıstık sarmaları hiç sevmiyorum hiç olmayacak onlardan o acayip tipli baklavadan da bildiğin ev baklavası olacak olursa tatlılardan bir de kuru incir tatlısı başka baklava falan yok. ev baklavası açamadığımı biliyorum sağolun hemen yüzüme vurdunuz bi hayal bile kuramayacak mıyım. vardır kolay bir yolu yanıma ev baklavası açmayı bilen birini alırım nasıl fikir oldu mu hayalime devam edebilir miyim artık? işte sadece ev baklavası bir de kuru incir tatlısı olacak. başka baklava falan olmayacak. poğaçanın alasını yaparım ben be kahvaltılar ben de gerisine karışmam. sandiviç mi dediniz çeşit çeşit. bu arada canım çok fena omlet istiyor günlerdir omlet yemeyi özledim. hastaneden çıkayım ilk nereye gidersem omlet çıksın karşıma kahvaltıda ne olur:):)

çayır çimen geze geze

23:10 18 Kasım 2010 Perşembe

rüzgar her estiğinde
kim demiş
illa bir yaprak oynar diye

pek bilmiş çekirge çimlerin arasında gezintiye çıkmış. koruma altındaymış çünkü çimenden farksızmış. hiç bir düşmanı çimlerin arasında olduğunu farketmeyecekmiş. hem karnı acıkırsa da rahat rahat yiyecekmiş. sırt üstü yatmış ağzında bir ot parçası türkü mırıdanmış. etraf yemek dolu pek bir doymuş. göbeğini hart hart kaşımış. e haliyle göbekliymiş de çekirge. bu çayıra geleli göbeklenmiş aslında. önceden o kadar rahat değilmiş sarımsı otların arasında iyi gizlenemiyormuş her an bir kurbağa tarafından yutulma korkusuyla hem az yemek yiyor hem çok hareket edip devamlı kaçıyormuş.

çekirge unutmuş sarı otları yeşil hem güvenli hem lezzetliymiş. ama şaşkınmış çekirge çünkü hiç aklına kurbağanın da yeşil olduğu gelmemiş. hiç farkında olmamış bile. yine çok yiyip sırt üstü yattığı bir zamanda tam da göbeğini kaşırken hatta tam ensesinde bir ıslaklık hisstmiş aynı anda şlup sesisye kendisini kurbağanın ıslak ve yapışkan dilinde buluvermiş. ve kurbağa... yeşil olduğu için güvende hissediyormuş kendisini çayırda. yemeğin ardından sırt üstü yatıp göbeğini kaşımış.

şarap rengi daha güzeldi

19:49 9 Kasım 2010 Salı

"emin ol kimsenin hayatı dışarıdan göründüğü kadar mükemmel değil" dedi hiç yürüyemeyeceğini öğrenen genç kıza teselli vermek için. diğer cümlelerin arasında pek dikkatini çekmedi genç kızın bu cümle. sadece kendi kaderine odaklanmış sadece kaybettiği kendi ümidi için ağlamaktaydı.

hermanncım hessecimin de dediği gibi aslında sen seçilmiş insansın hangi acıları yaşamak hangi hataları yapmak hangi yollardan geçmek için seçildiğini yaşayarak göreceksin. (aman tanrım eti çikolata keyfi karamelli karamelli olmasına rağmen büyüleyici ımmmh).

hokus pokus yok oldum.

şarap rengi gömlek

22:21 5 Kasım 2010 Cuma

hastanedeki yegane dostumu patti smith seçtim. her an yanımdasın patti sağol. dün ziyaretime gelen bir arkadaşım iki de kitap getirmiş şahanemisin sen. daha ne getirebilirdin bilemem tam abimin getirdikleri bitmek üzereydi yani bu hafta biterler bir liste daha yapayım diyordum ki kurban bayramına gelirken alsın diye neyse gerek kalmadı. müzik dinlerken insan dertlerinden kaçamıyor ama kitap seni alıp başka bambaşka diyarlara götürüyor. kendi derdini unutuyorsun başka bir yere gidiyorsun sayfalarla ve kapatınca da geri dönersin. kitap kurtarıcım işte. şarap da;)

günün şarkısını da past time paradise seçtim hem stevie'den hem pattiden dinleyelim hem de....

bir de hepsinden hariç annem hızla iyileşiyor gibi . aman nazar değmesin;) bakalım belki ikinci döneme okula devam ederim hiç mi hiç belli olmaz. neli olduğunu unuttum ama pantenin yeni üretimi yeşilli bir şampuanı var kutusuun rengi yeşil, şampuan şeffaf. süpersonik bir şampuan. tavsiyelerim arasındadır duyrulur. saygılar sevgiler ey ahali...

erkek kafası

22:42 30 Ekim 2010 Cumartesi

eve geldim bugün. teyzeler geldi beni gönderdiler eve bir gün bari dinlen diye. ben onu bir saat bile bırakmak istemiyorum. çünkü en çok bana ihtiyacı var yanında olmama ona çok büyük destek veriyor. canikom benim.

ohh mis gibi rahat ve uzun ve bir duş aldım. offf mis gibi koktum ben. offf ayaklarımı uzattım biraz müzik ama kulaklık olmadan... offf ve sıcacık çikolata pencerenin önünde... offf hafif te yağmur çiseleseydi...

yarında bir kuaföre gideyim azıcık kendime bakayım değil mi ama;) babam da tutturdu saçlarını kestir kaşlarını aldıracağına diyor. kestireceğim de uçlarından aldıracağım ben de farkındayım çalı süpürgesi gibi oldum kıpkısa da niye kestireyim yaa. off zaten babam hiç bir şeyden anlamıyor. bana eşofman al dedim almış bitane siyah aman tanrım ceplerinde pullar böyle bir taşlar var. bir de sevinerek geldi çok güzel bitane aldım diye kıyamadım da tamam sağol dedim. bir gün giyindim ikinci gün dayanamadım oturdum ceplerindeki pulları taşları söktüm. bu erkek milleti neden kıyafetten anlamaz onu hiç bilemem zaten. kafalarında kodlamışlar kadınlar illa pembe pullu taşlı sever diye. yok öyle bir şey. iki tane tişört almış gelmiş biri pembe biri lila hiç sevmem ik rengide. lila dediğim eflatun işte. nasıl dar tişörtler de. kıyamıyorum da dedim ya. kibar bir dille anlattım ama artık bişey alma yer yok çok fazla koymaya dedim. sonra gittim kendime eşofman tişört falan aldım.

saçlarımın bu tam kurummakla ıslaklık arasındaki haline bayılıyorum. dokunması güzel, kokusu güzel, görüntüsü güzel, saç çok önemli bir şey. şampuanda aynı şekilde. güzel kokan bşr şampuan ve güzel kokan bir duş jeli banyoyu cennet yapar. hergün cennete bir uğramak da hayatı yaşanır kılar. her şeyi unutturur. bir gün evim olacak en çok banyosuna önem vericem. değişik kokular olacak banyomda. ve güzel çiçekler rengarenk sabunlar olacak. yumuşacık liflerim olacak. aslında bunlar var evim olursa hepsini banyosuna yerleştireceğim. off şimdiki eve yerleştirmek istemiyorum çünkü babam abim falan hiç anlamıyor böyle şeylerden. bauk subuk yerlere bırakıyorlar. ben de her kokumu odamda tutup banyoya gidecekken yanımda götürüyorum. bir de bi ton laf ediyolar dünya kadar bilmem ne varmış bir tanesi yetermiş hem para veriyomuşum onlara hem gereksizmiş falan filan... erkek kafası işte ne anlarlar ki eşofman hala kafamdan gitmiyor yaa arka cepleri nasıl pul ve taş dolu öyle nasıl alırsın onu abim de yanında hiç mi aklınıza gelmez giyinmeyeceğim. çok mu şekilciyim acaba bi önemi yok mu yoksa üstümdekinin önemli olan kıçımı başımı örtmesi mi (bir de dar dı eşofman değil tayt sanki oha artık göz var nizam var hiç mi bilmediniz beni). bilemedim çok şekilci gördüm kendimi ama oha onu da giymem giydim bir gün kendimi kokoş bir sekreter gibi hissettim. şimdide mesleki etiketleme yaptım. yok yok ben çok şekilciyim galiba.

hırçın bir moda girdim az önce kılavyeyey çok hızlı hızlı basmışım. offf baileys olsaydı yaa şimdi ne giderdi. kapağını açıp bi koklasaydım önce offfff şahane...

gerçi ev de hazır gibi... eğer biri daha gelirse de dublekse çıkacakmışız ama önce benim hapistaneden çıkmam gerek. annem iyileşsin de bakalım dubleks de olur tripleksde..... hokus pokus yok oldum...

kitap notası

21:48 28 Ekim 2010 Perşembe

üşütmece...

kitaplarım geldi. süpersonik oldu. gerçi bir tanesini bulammaış ama olsun diğer üçü yeter şimdilik. zaten inceler onlar biter sonra bir daha liste veririm. john berger'in fotokopilerinden başlayayım okumaya. aslına o kitap benim için çok önemli çünkü sanki ben yazmışım gibi. yani aynı şeyi düşünmüştüm. içimden gelmişti. bana da çok şey ifade eder tanımadığım anlık hayatıma girmşliği olan insanların hikayeleri. eskiden ara ara canım sıkılınca metroya biner elimde kağıt kalemle karşıma oturan insanların yüzlerine duruşlarına bakarak onlara hayat hikayeleri yazardım. nereye gittiklerini nasıl biri olduklarını...onlar hiç bilmeden ben onlara hayat yazardım. ben hiç bilmezdim onlar neyi yaşardı.

hastane iyiden iyiye hapishaneye benzemeye başladı. hastaler dertli ve dertli dertli türküler dinliyorlar. ortada bir masa var çay demliyoruz orda. hani hapishaneli filmlerde olurya ortada kare bir masa aynı ondan işte. ama yemekleri güzel. geçi hapishanelerin yemekleri nasıldır onu bilemiyorum. neyseki kulaklığım var daha önce insanın kulaklığıyla sevişmek istediği anlardan zaman zaman bahsettiğim olmuştu (mesela bunun gibi) işte burasıda bu anlardan biri. annem uyurken kulaklığım ve kitabım benim yegane dostum olmakta. hatta sevgilim hatta ailem. yoksa çekilmez. çekilir ama insanı da içine çeker. fizik tedavi ve rehabilitasyıon hastaneleri çok farklıymış. daha önce babamın yanında da kalmıştım ama orada böyle değildi. hastalıkları kenara bırakırsak hapishane gibi. gerçekten.

karşıma da saçma bi çift oturdu ısrarla cezanın seninle benim aramda kocaman bir fark var şarkısını repead modda çalıp dinliyolar. sanırım ayrılmak istiyor erkek neden ısrarla o şarkıyı dinletsinki yoksa kıza.

müzika...

iyi ki notalar var.

edit: bu çift bok gibi şarkılar dinliyore. gel kulaklığım canım seni istedi;);)

yer altı

16:14 25 Ekim 2010 Pazartesi

adımlar zemini titretiyor. bir adım ve bir adım daha. her an düşebilme ihtimali mi evet var. ama bir adım daha. sert bir adım hem de. zemini titreterek yine. sanki toprak çatlayacak. kimseyi görmeden. farketmeden. bir adım daha. ve gıcırdıyor tahtalar. çürümüş hepsi. düşme ihtimali var evet. bir adım daha, daha sert hem de.

neticede sadece cesaret işte. büyütelecek bir şey değil. hiç mi eve gitmedin. hiç mi evine gitmedin. evi nasıl tanımladığına bağlı. benim evime geldin mi hiç. düşme ihtimalin var evet. kapıları gıcırdar evimin. lambaları sallanır. pasldıdır aynanın zincirleri de. benim penceremin önünde saksılar var. ama ölmüş bitkiler susuzluktan. cesetleriyle konşurum. benim minderlerim rahat değil poponu koyunca gömülmez içine. kahvelerimin son kullanma tarihi geçmiş. çayın yanında ikram edecek bisküvim bile yok. ama güzel bir masam var pencerenin önünde güneşi alan. kitap okumak güzel orada. pencereyi açınca temiz hava solumak da. masamın bir bacağı kırık altına kağıt tutturarak sabitledim ben onu. arada sallanır korkma sadece kağıdı sıkıştır. kitaplarımın sayfaları kopuk hatta bazı sayfaları kayıp bile. benim defterim yok orda bulrda bulduğum kağıtlara yazarım. ya da peçetelere. ama okunur merak etme. tahtaları çürüktür evimin. düşme ihtimalin var evet.

davet etmiyorum. bakma öyle. hiç zamanı değil. hiç hem de. ve ben zamansız işler yapmayacak kadar büyüdüm. evet güzel olurdu. ama benim evime değil kendi evine git. hiç gittin mi evine. evi nasıl tanımladığına bağlı. benim evim yok. boşuna heveslenme.

sen neymişsin be abi

14:35 23 Ekim 2010 Cumartesi

4gb benim için şimdiye kadar mp3 playırımın hafızasından ya da yaklaşık 6 güzel film boyutundan başka bir şey ifade etmezdi. 4 gb benim için hiç ama hiç birşeydi. hep az gelmişti. neyse bu yüzdenki bu kotalı bağlantımın 4 gb olmasına üzülmüştüm her an bitecek sanmıştım. yaa neler neler yaptım daha 0.5 i gitmiş. bir ay dolacak bitiremedim bile... ama tabi hiç bir şey yapmadım ki zaten günde bir iki saat kullandım interneti de hatta. artık bol bol videoklip izleyip indirme yapayım bari. off ben ne diyorum yaaa. hastanede trcell çekmiyor ki tabi yaa ben ondan çok az bağlanabiliyorum internete. trcellin çekim gücü sloganına kandım her yerde çeker diye gittim trcell aldım. keşke vodafon alsaymışım. bir o düzgün çekiyor çünkü hastanede. bu arada az önce kantinde çok çok eski bir şarkı çalıyordu "things will never be the same again". klibi canlandı gözümde mel c'ydi sanırsam beyaz atletle aynanın önünde kısacık sarı saçlarıyla söylüyordu şarkıyı. küçücük göğüsleri vardı benimkilerle kıyaslamıştım. gençlik halleri işte.. ha nediyordum evet evet 4 gb diyordum. meğer iyiymiş bilememişim kadir kıymet... yaktın beni trcell....

sigara bağımlısı hiç olmadım. bi ara kullandım evet. zevk almıştım evet. yurt kapısından çıkar çıkmaz yakmak bi tane. ya da yemeğin ardından canının istemesi. çok bunaltıcı bir dersten sonra tüttürmek ya da. cidden kafam rahatlamıştı. parmaklarımın sigara kokmasını da başta sevmiştim. sonra sigarada seçiciliğim bile arttı. kokusuna göre kendi sigaramı kendim seçtim. odtüdeki sigara satan büfe hatica abla sahibiyle kanka oldum hatta. kaybettiim çakmaları içtiğim sigaraları hep o bildi. gece paket bitince sigarasız kalmak bile eğlenceliydi o vakit. otobüs geldiği için son bikaç nefesi çekemeden atmak ve binerken hep aklımın o bitmeyen izmaritte kalması da çok tatlı bir histi. ama hiç bağımlısı olmadım. günlerce sigarasız da yaşadım. aklıma gelmeden. zevk için içtim işte. bir gün ama midemi çok bulandırdı. hararetli bir tartışmada ard arda yaktığımdan olsa gerek. sonra kokusunu sevmedim bir anda. ellerim saçım başım neden sigara koksundu ki ben kiraz çiçeğiydim oysa:):) neyse sonra sırf kokusu üstüme sinmesin diye içmedim bir daha. biri ikram ederse pek hayır demedim ama:):)

gelgelellim sadede. bu hastane ortamında yeniden sigara içesim geldi çok. dün arkadaşlar geldi yanıma akşam. oturduk yaktım ben de. offf nasıl bir rahatlama. sonra bir tane daha sanki tüm yorgunluğumu attım bir anda. yukarı çıktım hemen kokusunu aldı teyzem. hala kokusu üztüme siniyor. gittim duş aldım. kiraz çiçeği koktum tekrar. aman ne saçma dedim sonra. enerjimi alır sigara. gerek yok. gencim, dinamiğim, nefes alış verişlerim şahane öksürüğüm yok, dişlerim beyaz, kahve de çok içmiyorum. iyi de mantı açarım:):):):) şaka şaka hiç anlamam mantıdan. hahahahha ama canım mantı istedi yapsan da yesek. bulaşıkları da yıkamam hiç işim olmaz. en iyisi dışarda yiyelim:):):)

rujumsu

22:39 22 Ekim 2010 Cuma

hiç kendini göstermeden enseme üfledi ve ben ona dönene kadar kaybolup gitti...

tılsım böyle geçti işte bana. sonra ben buluta dedim ki güneşin önüne geç. geçti. şaşırdım. karartıyı sırf ben yaptım diye sevdim. ama üşüdüm sonra. dedim ki güneşe kaç buluttan. kaçtı. eğlendim kovalamacayı izlerken. dedim ki atmosfere tüm su buharlarını bana ver. ıslandım. ama hava kurudu. dudaklarım çatladı. koyu renk rujumu o vakit sürdüm nemlendiriciliydi hatta. dudaklarım ıslak ve bakımlıydı bembeyaz dişlerimle gülümsedim. yere baktım toprak kuruydu. toprağa dedim uyan. uyanmadı. güneşe dedim dur durmadı. tılsım gitmişti. rujumu sildim...

yazar yazmaz yazan çakmak

11:47 12 Ekim 2010 Salı

hastanedeyim bakalım babamlar ambulansla saat 1 buçukta burada olacaklar. ben gece 5 otobüsüne binmiş bulunmaktayım. yorucu bi yolculuktu esasında. yolda çok uykum olmasaydı bu yazıyı o zaman yazacaktım ama daimi luna hareketi olarak otobüse biner binmez uyudum:)
gel gelelim yeni tespitime bence ben türümün demosu olarak piyasaya sürülmüşüm. yani benim daha kodlarım tam değil. bazı hatalar veriyorum ve bu hatalar daha iyi algılansın diye de piyasada dolaşıyorum. orjinalimi benim hatalarımı baza alarak daha kusursuz yapmaya çalışacaklar. hatta o bile kusursuz lmayacak bir süre sonra yeni sürümüm gerekecek. ve bir süre sonra başka bir sürürüm daha. bu demo halim unutulacak ama orjinalimin ilk sürümü klasikler arasında yer alacak. eet evet otobüs yolculuklarında böyle şeyler düşünüyorum.

bi de aklıma çok fantastik bi fikir geldi. yaptığım masterı bırakmaya karar verdim. en azından odtü de bırakıcam. gidip türkçe bi üniversitede yapıcam. hatta bölümümü de değiştircem. yeter artık ama bişeyleri ertelemekten sıkıldım. bölüm olarak bilim teknoloji politikaları çalışmaları ya da müze yöneticiliği düşünmekteyim. daha önce odtü bilim ve teknoloji müzesinde rehberlik yapmış ve çok sevk almıştım. bilemiyorum otobüste işte böyle fantastik şeyler düşünüyorum ben hep. şimdi de hastane kantininde beklemedeyim. ortimle saatlerce tel. de konuştuğum için az önce babamdan şu yaşımda azar yedim:
"yarım saatir arıyorum meşgul kimle konuşuyosun neyse biz çıktık yola 1 buçukta orda oluruz"
teyzem de çörek vermişti yolda canım sıkılırsa yerim diye. yolluk olayını çok seviyorum. süper bişey. hem de cevizli çörek gerçi azıcık yanmış üstü ama ne yapalım.

İsveç insanı sen ne harikasın. nasıl sıcak kanlısın kim demiş oranın insanı soğuk olur diye. ne alakası var. nasıl anlayışlı nasıl iyi dilekleri olan nasıl sıcak kanlılsın sen öyle. I love you swedish people. glecek sene gelmek istersen bana mail at uluular arası komiteyle konuşup özellikle seni isteyelim buraya seni çağıralım demiş. canımsın. harikasın Britt. ama bilmiyorum dedim ya artık bişeyleri ertelemek geçici şeylerle uğraşmak istemiyorum. sevdiğim şeyi yapmak kalıcı işima sahip olmak istiyorum. ama önce annem iyileşecek. yol sonra çizilecek.

elveda odtü. ne kadar huzurluyum ne kadar rahatladım masterı bırakama kararı alınca anlatamam. hem de ankarada olmamam gibi bişey demek bu. yeni üniversitemi seçip beğeneyim bakalım.bu süre içerisinde. keşke filmim olsaydı. kotalı bağlantı ne kötü.

netbooklarda cd oynatıcı da yok kiralasam nasıl yapsam ki bu işi. pek sevgili kuzenlerim okuyorsanız mesajı aldınız siz. gelirken her türlü depo aygıtına film yükleyip bana getirin. öperim yanacklarınızdan. filmlistesini bilahare maillerinize gönderirim.

deminden beri aklımdaki şarkı mor ve ötesi "doğru yanlış". grooveshark ta kapatıldı. ben de açık gerçi. hahahaha dns ayarlarını yeni yapabilmiş bir ezik olarak bununla hava atıyorum ne hale gelmişim ben be:):):):):)

o zaman şarkının sözlerini yazalım buraya:
oha!!!! kopyala yapıştır yapamadım ya.... yapılmıyor mu sana blog. hiç yapıtırmamışmıyım daha önce. neyse aman eksik olsun o da:) mor ve ötes lise yıllarımın grubuydu. sonra bidaha hiç ozamanki gibi zevk vermei onları dinlemek bana. ama bu şarkı güzeldir. bu albüm de çok güzeldir ayrıca.

yazı nerelere nerelere gitmiş. ben de gideyim. hokus pokus yok oldum....

hem hep, hem hiç

16:22 10 Ekim 2010 Pazar

bir notada anlam bulur düşüncem
o düşünce
hiç mi gerçekte yoktur
piyanonun her sesine
içim kıpırdanır
o kıpırtı
hep mi yeniden durulur

düşte olmayana tepkisiz kalırım
o tepkisizlik
hiç mi kendinden sıkılmaz
öyle içten olmalı ki istekler
o istekler
hep mi yerinde durmaz

dışardan görünene hiç inanamam
o görüntü
hiç mi kalmaz önemsiz
kurgulardan uzaksa içten gelenler
o kurgular
hep mi yerleşir izinsiz

editlerin editi: eski adı "ya hep ya hiç" ti.....

gündelikten bir kare

19:46 5 Ekim 2010 Salı

bu kez ne yazacağımı hiç bilemeden açtım bu sayfayı. açtım ve bi kaçdakika mallık dolu bakış atışlar attım sayfaya. vınn olayına girdim pek memnun kaldım. olay buymuş yaa. her yerde anında internet. tenhada menhadaki internetsiz evde de pek hoş oldu kendileri. ilk denememi ulusta yapmam komediydi tabi. ulus dolmuş duraklarında bilgisayar çıkarıp internete girmek gerçekten cesaret isteyen bi davranıştı. bunu da yapmadım demem gençliğimde. işte gençken yapılması gereken 100 şeyden biri. hacettepe ve gaziyle görüştük bakalım. haber bekliyoruz bir kaçç güne haber vereceklermiş. inşallah olur. dünya çok iyi insnlarla dolu ve karşımıza hep iyi insanların çıkması bizim şansımıza bağlı sanırım. umutluyum blog.

megalomani:)

00:06 2 Ekim 2010 Cumartesi

biri yanımda bakarken yazmak da zormuş:)) bunu okuyup gitmemesi de ayrı ilginç tabi.. neyse yazayım bari yinede...

ankara yolu göründü bakalım. fizik tedavi rahabilitasyon merkezine geçecek annem. ankarada hastane ayarlıyoruz, pazartesi ya da salı gideceğiz gibi görünmekte. (sırtımı dayadığım yastığı alıp çok rahatsız başka bitane koydular tüm rahatım bozuldu. yazmaya devam) sanırım tedavide ikinci aşamaya geçiyoruz artık. hadi bakalım blog dualarımız kabul oluyor gibi. hadi inşallah bakalım.
bugün de süper ötesi kokuyorum yaaa. sapık gibi kendimi koklayıp duruyorum. anlamadım duş jeliinden mi losyondan mı.kiraz çiiçeği kokumu ne zamandır sürmüyordum bugün bi üstümdeki o bunalımı attım bi kendime geldim bi bakım yaptım. evet evet çok güzel kokuyorum. yemede yanımda yat öyle olmuşum ben bugün. evet evet moralim de iyi bugün tekrar döndüm aramıza. hoşgeldim bahar gibi kiraz çiçekleri açtım da geldim. dünya sonbahar yaşarken ben ilkbahar yaşayacağım. bahar dilimindeyim ben. mayıs ayındayım hatta. mis mis. mis kokuluyum ben. evet yaaa çok megaloman bi yazı. olsun. hep mi karamsar umutsuz olacak. ne güzel bişeymiş be bu böyle. bu kokudan yüzbin tane alayım. koku çok önemli bişey. güzel bir koku her şeyi unutturur. ev kızı lunanın son icraatı: elmalı turta. çocuk okuldan gelince mutlu olsun diye sırf... ama çok beğenildi. elma ve tarçın süper kokuyor.

sanrı

21:46 1 Ekim 2010 Cuma

geçmiş geldi

tık tık tık
hiç geçmemiş gibi
saat durdu
aynı hissettim
ama eskisi kadar
cesur değilim

adsız

14:34 28 Eylül 2010 Salı

bugün ilk defa pizza yaptım fırında. süpersonik oldu. aslında var ya blog fırını toptan kaldırıp atmak istiyorum. sıkıldım bu cici kız ayaklarından yaa. bu ne böyle fırında kek yapmalar kurabiyeler. pasta süslemeler. yaa onlar güzeldi ama hayatımın küçük bir bölümünü kaplarken sadece. çok zor yaa evde bomboş oturmak. hiç hoşlanmadım. yarın hastaneye gidip akşam geleceğim. belki bu hafta fizik tedaviye başlarlarmış. bilincide ara ara geliyormuş kütüphanede çalıştığını falan hatırlamış. güzel haberi alınca hemen fırını tekrar sevip balkana mükemmel pizza yaptım tabiiki de. neyse yaaa bu vesileyle fırın yemekleri öğrenmiş oldum. elimdeki tarif kitabı neyseki çok tutarlı tarifler vermiş. ölçülere uyarsan hiç sorun her şey mükemmel pişiyor.
yok ama yaa bi kaç gün fırından uzak durmalıyım psikolojimi bozuyor fırınla çok haşır neşir olmak. bir gün benim de işim gücüm olacak. bi de okula da gitmiyorum ya bu dönem. ben hiç alışkın değilim ki bu kadar boş zamana.
inşallah her şey yoluna girecek bakalım. inşallah.
hokus pokus yok oldum....

kütle imha

14:47 26 Eylül 2010 Pazar

bir kütle oturmuş içime tüm organlarımı sıkıştırıyor sanki. kimseye anlatamıyorum. teselli istemiyorum çünkü. teselli cümleleri sanki battaniye sadece üstünü örtüyor çünkü. hiç yorum yapmadan teselli etmeye çalışmadan dinleyecek bir sen varsın işte blog. ve yazmak böyle hissedince daha çok anlam kazanıyor. hasene ablamız var bizim temizlikçi demiştim (burada anlatmıştım) hatırlarsan blog. onu çağırdım bugün. ev boş böyle de. ben yarın geri dönecektim ama bilemiyorum babamla kardeşimi hiç bırakmak da istemiyorum.

ve kimseye anlatamıyorum. anlatsam anlatırım ama çocuk gibi mızmızlanıyor gibi hissediyorum kendimi. tesseli bekliyor gibi. değilim. sadece anlatmak istiyorum. sadece içimde birikmesinler diye.

geçecek luna geçecek. kapat gözlerin sen. her şey yoluna girecek. buraya yazarken bile kendimi fazla abartmış fazla durumu dillendirmiş hissediyorum. ama içimde bir kütle var organlarımı sıkıştırıyor. atamıyorum onu bir türlü, çıkmıyor.

dün balkiyle ilk poaça denememizi yaptık. abartıp iç malzemesini pek bol koymuşuz her tarafa döküldü yerken. bir de bizim fırın nedense bozulmuş. ferdoşun fırınında pişirdik. konu komşuya da ikram ettik hemen ilk poaçamız diye:):) ferdoş iyi onun da bir kaç omuru kırık yatıyor hala. MR'a gün almışlar ona gideceklermiş.

ne karamsar yazı oldu beeee. hiç olmadı bu böyle. bunu saymam bidaha beklerim. hem kahve yapmayı öğrendim ben kahve yapar fal bakarız. iyi tamam hadi karpuz da keseriz. ne midesiz çıktın be blog???
hokus pokus yok oldum.

kremalı yazı

21:31 24 Eylül 2010 Cuma


blogların blogu selam sana. pastacıların kraliçesi yazıyor şu anda bu alana. küçük kuzenim anılın doğum günü için yaptığım pastanın resmin ekliyorum.ben şahane ötesi pastalar yaparken doğum günü hediyesi olarak ps3 move aparatı alamadığımız kuzen küsmüş bir şekilde yatmaktaydı. biz de onu alamadık diye bari pastanın üzerine yazalım dedik. tüm kuzenler kafamıza göre süsledik pastanın üstünü şekerlemeli yazı tüpleriyle. doğum günü hediyesi olarak da genel kültür yarışması aldığımız için ps3 move aparatı yerine baya sevinmiş olmalı sanırsam(!) . şaka şaka ama alacağız move aparatını da sadece henüz bulamadık bir de internetten sipariş vereceğiz bugün.





canım annem bir iyileş de gör bak nasıl pastalar yapıyorum senden almışım ben yeteneğimi. avucunda beni olan insanlar becerikli olurmuş. beceriklilik beniymiş o; bende de var zaten.

bir de çok gerekli gibi grip oldum. tabi eylül havalarında buralara alışık değilim ben. yaşlı amcalar gibi öksürüyorum ciğerden ciğerden. cadde de utanıyorum kendimden. yaa neden olduğuda belli ben normalde hayatta ilaç içmem öyle kolay kolay. ben boğazım acıyor deyince babam bana anında 3 ilacı birden sorumluluğuma verdi. e tabi ben ilacı alınca daha doğrusu ilaçları bünyede kendini hasta olmak zorunda hissetti. ilaçlar bitti benim hastalık devam.
bukadar. hokus pokus yok oldum. öhööööö öhööööööö

hal vaziyet bildirgesi

15:58 21 Eylül 2010 Salı

eveeet sevgili kutsal uskumrucuğum...
evet evet güzel güzel haberlerim var. babamın alçıları alındı. epeydir sabit tuttuğu için biraz kireçlenme var kemiklerinde ancak o da bir haftaya geçecek ve bir şeyciği kalmayacak gibi. hmmm komşumuz mu o da iyi bi kaç omuru kırılmış ama yatarak geçecek gibi on gün sonra o da ayaklanacak. annem gözünü açtı demiştim. gülümsedi konuşuyor hatta. bilinci tam gelmedi. ameliyatları tamam. bugün doktoruyla konuştuk. ameliyatları güzel geçmiş hareket etmeye de başlamış. biraz uzun sürecek ve zor olacak diyorlar ama olsun her türlü zorluğa hazırız. umutluyum her şey düzelecek....

gelgelelim gündeliklere... bugün şahane ötesi süpersonik bir pasta yaptım kuzenimin doğum günü için. hemmen anlatıyorum: içine muzları dizdim üzerini fındık parçaları serpilmiş vanilyalı krema döktüm (evet vanilya düşkünüyüm) üstünü kapattım krem şantiyi gezdirdim üst krema olarak. sonra şeftali kivi ve muzları sıraladım pasta kenarı güzel görünsün diye parçalanmış fındıklarla süsledim kenarlarını. üstüne dizdiğim meyveler kararmasın diyede sade jole gezdirdim. yeme de yanında yat. (fotoğraflar aslından çekilmiştir:)ben şahane miyim bu konuda.?bir gün arkası pastane olan bir kitabevim olacak birgün olacak biliyorum. inşallah diyeyim.

gerçi ismimin telifini almışlar of çok canım sıkılmıştı ilk gördüğümde. ama artık sıkmıyorum canımı her şey bir şekilde yoluna giriyor. bir şekilde umutluyum artık. her şey kötüye gitse de şikayet etmiyorum neyi yaşamam gerkiyorsa onu yaşayacağım ben plenlar yapsam da kaçamıyorum yazgımdan. bir şeyler olsun diye uğraşırken hayaller de kursam ne olacaksa o oluyor. değirmen hep su yönünde dönüyor:):):)


*editlerden edit beğendim: pastayı yedik. az bile anlatmışım. anlattığımdan daha güzeldi:):):)

23:48 25 Haziran 2010 Cuma

az önce msnde meskalikten aldığım habere göre 2012 kehaneti 100% doğruymuş. kendini eğlenmeye ve süper bomba gibi hissetmeye vermiş. kaynağı ise rüyasına giren ak sakallı dede olarak gösteriyor. herkese haber ver dedi. bir de mail hazırlayıp gruplarda dolaştırsak mı aksakallı dede söyledi gerçekmiş diye. herkes hemen bi maillere telefon mesajlarına saldırdı dört koldan yaymalıyız bu haberi diye. mayalara inanmadıysanız bile artık ak sakallı dede de söylediğine göre gerçek olmalı. buradan da duyrulur.

ah bir ateş ver

22:26 13 Haziran 2010 Pazar

beni bu final projelerinden azad etseler keşke....

ya geçen sene ya iki sene önde ortimle izledik garden state'i ordaki bir replikti bu. işte esas oğlanla esas kız bir arkadaşlarına bir şey sormaya gitmişti ama o sırada bir pornomsu film izlemekteydi arkadaşı, film bitince dönüp bizim oğlanla kıza sormuştu:

"memeleri gören el kaldırsın?" ikiside çekinerek kaldırmıştı.

o gün bugün nerde dekolte görsek el kaldırırız. nerdede bacak görsek el kaldırırız.:):)
geçen gün bir yemekteyiz elektronikçi ark.lar makinacı arklar. bide elektronikçilerden birinin sevgilisi iktisatımsı bir kız. iktisatımsının özellikle cinsiyetini belirttim çünkü olay onun üzerinde dönecek. burgera gittik final haftası ders çalışmaktan sıkılmış ekip olarak. iktisatımsı da geldi sonra. geldi ve göğüslerini masaya koydu. ben de yanında oturuyorum ben bi oha dedim kendi kendime. yan gözle bi baktım sonra her halde yanlış gördüm dedim. ti şört var ama göğüsleri kapatmamış. dekolte değil o yaaa yandan bakınca göğüs arasından göbek deliğine kadar gördüm ha bir de masaya koydu evet onları. merveyle hemen gööze göze gelip el kaldırdık hiç bir şey söylemeden. sonra baktık herkes aynı yere odaklanmış kız da bir şeyler anlatıyor ben bile dinleyemedim:) ama eminim ki bu repliği bileseler orda herkes el kaldırırdı. ayrıldık gruptan biz daimi üçlü olarak.

"memeleri gören el kaldrısın" dedik. merve tabi dünden hazır bekliyor soruyu. orkun görmemiş ayaklarına yatıyor. ne ne memesi falan.
-yaaa yeme bizi orkun yaaa kaldır elini.
-ama o kız da çok açık giyiniyo yaaa dedi saf elini kaldırırken.

buraya da en gereksiz açıklamamı yazayım mı insanlar istediğini giyinmeli kime ne kim ne giyinirse giyinsin biz sadece geyik yaptık diye:):):)

büyük kaçış

23:15 11 Haziran 2010 Cuma

makalaler bitsin artık.....

üzülme sony yapar dedik. üzülmedik. sony de yaparım dedi üzmedi bizi. telefon ettiler:
- anakartınızın değişmesi gerekiyor 350 lira+kdv
- ne kadar ediyor yani?
-430lira.
(kayanr sular dökülmüş baştan aşağı ama yaptırıkabilir)
-430 lira? ben düşüneyim yarın haber vereyim size olur mu?
-yanlış anladınız galiba 430 euro?
-yanlış mı anladım 430 lira mı?
-430 euro!
-euro?
-evet
-lira değil euro?
-evet
(ben öbür tarafa bi gidip geldim bu esnada)
-ben yarın bilgisayarı alırım gelip

arıza tespit parası vericem şimdi bir de 30 lira. umarım 30 liradır onu da yanlış mı anladım acaba 30 euro olmasın??

böyle işte

23:01 9 Haziran 2010 Çarşamba

Bowerbirds "In Our Talons" from Alan Poon on Vimeo.


Eveeet çözünürlüğü iyi fotoğraflar geldii....

budur.

00:23 4 Haziran 2010 Cuma


üzülme sony yapar

01:40 1 Haziran 2010 Salı

bu mehtap ne harika bi insan yaaaa nesıl da getirdi neşemi yerine.....

şimdii timuyla bilgisayarı almaya gittik. adam rahat sakin bi de kibar tabi. ben gidene kadar söylendim şöyle yaparlarsa böyle yapalım şöyle olursa böyle yapalım şudur budur. yaktı sigarasını yellene yellene yürüdü. neyse gittik ben yine kızmaya hazırdım ki timu son rahatlıkla güler yüzle konuşuyo biz maduruz en azından paramızın yarısını alalım sizin de emeğiniz var iki tarafta eşit zarar görsün dedi. otrdakiler yetkili değilmiş yetkiliye telefon edebilir miyim diye izin aldı bişeyler konuştu teşekkür edip kapattı biz paramızı aldık. neyse sonra benim olduğuna inanmadığım servise çağırdı asıl yetkili göstermek istiyo burda baktık diye. ben anlamadım niye çağırıyolar bizi diye işkillendim hemen. gitmek de istemedim. biber gazı falan da yok yanımızda. ara sokakta tenhada menhada. ben yazdım tabi senaryolaarı ben adamlarla çok kavga ettim diye kesin kızdılar bize. ( ki ben bide size güvenmiyorum chip mip taktığınıza da inanmıyorum diye kanıtlarımı da ortaya koymuştum) neyse kesin bizi bayıltacaklar aman bizi kesecekler diye söylene söylene gidiyorum. adam rahat tabi yine yaktı sigarasını yaa luna sakin ol niye bize zarar vermek istesinler diyo yellene yellene gidiyor. o ıssızdaki apartmana girdik daracık asansöre bindik ben başladım birine mesaj mı atsaydık adresi mi verseydik. yok bizim ki yukarı bakıyo sağa bakıyo sola bakıyo. neyse gittik böyle bi dizilerdeki mafya tipli rajon kesen adamlar serviste önlerin envai çeşit elektronik parça bi de benim kavga ettiğim adam. bide karanlık oda. neyse ben hala analyabilmiş değilim bi baktım ohoooo bizim timu kanka olmuş selahattin abisiyle. bi anlatmalar bi dinlemeler. bide söz aldı adamdan sony çok para isterse geri getirelim diye adam da dediki onlar anakartı değiştirmek ister çok pahalı tutar ben hatayı tamir ederim ama benimki 6 ay gider onlarınki 2 yıl. muhabbete gel. neyse biz cebimizde paramızın yarısı arkamızda selahattin abinin garantisi çıktık o köhne mekandan. bizimki yine yaktı sigarasını ooooh rahat yürüyo ben başladım ya parça çaldılarsa yu şu olduysa ya bu olduysa adam bide iyimser niye çalsınlar niye yapsınlar öyle bişey...sonra döndü bizim ki:
"mısır ister misin?"
amaaan sonra ben de unuttum herşeyi mısır yedim. ne olacaksa. napayım yani.

annemi aradım moralim bozuk bilgisayar düzelmedi falan diyorum annem de demez mi
"üzülme yaaa sony yapar"

artık hiç bir şeye üzülmüyoruz mehtapla amaaan sony yapar diyip geçiyoruz her şeyi:):):):)

ekleme tahtası: şimdi neşem yerine geldi ya artık anlatma isteği duydum hikayeyi:):):)

içimdeki ses

20:57 31 Mayıs 2010 Pazartesi

hurdaymış sensin hurda....

karanlık ve soğuk yazı

22:45 29 Mayıs 2010 Cumartesi



sinir harbi yaşamaklarındayım. olayı uzun da uzun anlatmayacağım çünkü kafam dağılsın diye yazıyorum şu anda.
tam olarak şu haldeyim:
elimde bir kürek beyniminin üstündeki toprakları alıp alıp atıyorum alıp alıp atıyorum.
bugün çok güzel bir mekan keşfettik çok da güzel sandiviç yapıyor.
beeeeeeeen ekmeğimi böldüm de yediiiiiiiiiiiiiiiiim

benim hiç mi hiç haddime değil insanları etiketlemek ancak birincisi karşıdakinin bi konuyu bilmediğini anlayınca hemen onu kandırmaya çalışan beyinsiz hergeleler sinirimi bozuyor bir de dünyanın etrafında döndüğünü sanan götü kalkıklar.

neyseyi olayı hiç mi hiç anlatmayacağım çünkü onların olduğu kadar benim de hatam var. offf neyse yaaaaa lanet olsun ki böyle işte.

canım sıkkın çok. evet o da sıkıyor du ne zamandır zaten bi de bu oldu üstüne. chip diyo chip mip yok ortada sevis mervis te yok hepsi uydurma. bilgisayar da yok tabi ortada.

bu bi kaç gündür hiç alışkın olmadığım siniri bozuk lunayla takılıyorum. ve hiç hoşlanmadım lunanın bu halinden. offf ki ne offffffff. düselecek her şey düzelecek. kendimi kandırıyorum. her şey yoluna girecek girsin .......

konser de yaklaştı gerçi gelenler sıkılacak gibi hissediyorum uzun sürecek çünkü. ama olsun hala solom var ve artık tekleri kıvamında çıkarıyorum. dümler de öyle anladım artık olayı. bir de ritim atölyesi varmış kurstan bi arkadaş gidiyomuş keşke daha önce haberim olsaydı ben de giderdim. ama artık çok geç çünkü ankarada olmayacağım. offf bu sene de en çok ankarada geçirmek istediğim seneydi oysa. neyse ne yaaa..... kuzeye gidelim bakalım ne varsa orda. karanlık soğuk..... offf ki ne offffff neyse yaaa ders alıp saydırabilirmişim ama. bir de sürdürülebilirlik ekoloji çalışan çok bilim adamı varmış. bişeyler öğrenirim. amaaaan hep mi züğürt tesellisi

hayatım züğürt tesellilerinde mi ibaret bu ne yaaaa bok gibi yaşamak valla. offf ki ne offfff. bendir çalömayı çok sevdim yaaa. süper bişey bir de artık dümlerle tekleri doğru vurabiliyorum falan daha daha bi sevdim.

yüzmeyi de sevdim zamanla. haftada iki kez gidiyoruz şimdilik. ama artık daha zevk alıyorum. suda olmak çok güzel. bir de hemen yorulmuyorum artık.

eve gidip bisikletimin tepesinden hiç inememek istiyorum. şu an tek istediğim bu bitsin bu dönem.

ekleme tahtası: bi de insanlar yargılamasın artık. zaten salak saçma bişeyler oluyo bi de kessin herkes sesini. konuşmasın. kimene yaaa, öncesinde yanımda mıydın sonrasında yanımda olmaya çalışıyosun bi de yanımdaymış gibi yapıp ilk fırsatta yargılıyosun.....

bir ekleme daha: erovizyon yazrışması da hiç mi hiç umrumda değil ayrıca.

zamansız katil

23:02 25 Mayıs 2010 Salı

tamam lanet olsun ki bu ödevi yapmayı hiç istemiyorum ve bu yüzden şimdi buraya aklıma gelen saçmalıkkları sıralayıp vakit öldüreceğim.

ben bir zaman katiliyim.
cinayet sayımı bilmiyorum.
her gün bir dilim öldürürüm
cesetleri de bulamasın kimse diye
geçmişe saklarım

ben bir meşguliyet avcısıyım
bulur da en yoğun zamanı
tabancamı beynine doğrulturum
bang bang
hiç acımam en yoğun dakikalara sıkarım

ben bir boş gezenim
gereklilillere düşman kesilmiş
hisleriyle yaşayamayı savunan
nerede bir zorunluluk görsem
miğdem bulanır kusarım

geriçekim

21:52 23 Mayıs 2010 Pazar

esasında ben tam da şimdi bu bilgisayar labında oturmuyorum. ve klavyenin önünce o acayip çerez yok ve ekranın arkasında saklanmış cips paketi gerçek değil. bu mouse pislikten yağlı gibi de hissettirmiyor.

ben şimdi bir çadırda ateş yakıyorum sonra da süt ısıtıp sıcak çikolata yapıcam. bilgisayar yok yanımda sanal hiç bir şey yok hatta. yamyamlar tamtamlarına vurarak geziyorlar korkmuyorum ama ben. benim etim ne budum ne beni mi yiyecekler.

sıcak çikolatam pişti sonunda. içine birazcık da biber attım ama özel bu bu ormanlıkta yetişen bir biber baharatı ne de çok yakıştı çikolataya.

akşam yemeğinde tuttuğum balığı pişirdim çömlekte. dede korkut geldi yemeğe bir de o da rokayla nane toplamış otluklardan. patates te haşladım. üzümleri sıkıp etil alkol fermantasyonuyla şarapta yaptım. bir de dolunay var bu gece. dede korkut gitmeseydi yamyamların kestikleri adamın çığlığını dinleseydik birlikte.

dede korkutla dertleştik biraz. dedi ki:
"göklere sor gönül işlerini o bilir
anlamadın mı camın arkasına gizlenir
en güzel üzümler başverince
güneş dağların ardından belirince
isteyeydi pardeleri açardı
türkünün ezgisini işitince
yok bekleme artık aygız
kapatıp kapını içeri gir
bak yamyamlar etrafını sardı"

balık da güzel pişmişti. çadırımın önündeki bekçi köpeğim savsak kokuyu alır almaz kuyruğunu sallamaya başladı ki savsak aslında balık hiç sevmez. yiyince de uyuyup kaldı. böyle bi köpek işte savsak uykucu bir bekçi köpeği:)

çığlık çığlığa ayinle törenle kesiyorlar adamı. tamtamlarına vura vura. tok sesli de bir adamcağızmış. orta yaşlı gibi.

gel savsak kapatalım ışığımızı sen de sakın havlama...

Eskiler Alıyorum

23:18 22 Mayıs 2010 Cumartesi

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikîler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Orhan Veli Kanık

yaşam sorgulama başkanlığına
İşbu hayat tarafımca parçalara ayrılmış olup gerekli incelemelerden sonra uygun görülürse takrar birleştirilecektir.

pek keyfim yerinde çünkü bugün yıllar sonra çocukluk arkadaşımı buldum ama mutluluğum bu yüzden değil mutluyum çünkü çocukluk arkadaşımı facebooktan bulmadım. kanlı canlı tesadüfen kitap tanıtımına gittiğimiz kolejin standında bekliyor çıktı. ankaraya taşındığından haberim bile yoktu. aynı mahallenin aynı tozunun içinde büyüdük. sonra ailesiyle alıp başını izmire gitti ve işte bu gün yıllar sonra pek tesadüfi bir alış veriş merkesinin standında karşılaştık. kanlı ve canlıydık. birbirimizi arkadaş olarak eklemedik. aa çok değişmişsin demedik. eklediğimiz fotoları beğenmedik. sarıldık. hopladık zıpladık heyecanlandık. kaybettiğimiz telefon numaralarımızı aldık. çok ilginç bir de üstüne iş yaptık. kitapları aldı, ben hallederim sen merak etmeler. büyümüşüz.

"ama olmaz zaman çok hızlı geçiyo daha ders çalışmak için hazır değilim. zamanı yavaşlatmalıyız"
diyen 6. sınıf öğrencisi sanırsam haklı....
saat 12 ydi yarım saat geçti geçmedi bir baktım 14:30 olmuş.
ve hazırlık sııfında bir arkadaşımın kurduğu cümle çok doğruydu:
"hocam 10 dk. dediğiniz nedir ki 5 dk. da geçer"
ozaman gülmüştük puhahaha meğer felsefesi varmış olayın.
neyse blog gitme vaktim gelmiş çıkacakmışız. bu felsefi perspektifi kapatmayım burdan bakmaya devam ederiz yine....
akşama gelirim aman zaten akşam dediğin neki 5 dk. ya olur....

tarihin beyaz sayfalarından

00:39 20 Mayıs 2010 Perşembe


bu da benim ilkokul bir fotoğrafım :):):):)
bir arkadaş paylaşmış facebookta buraya da koymak istedim.

ev sınavı

10:55 18 Mayıs 2010 Salı

günaydın blog
....
hoşçakal blog

(anca bitti hemen götüreyim zaten geç te kaldı. sınavlar take home olmamalı. ya hiç aklıma gelmeseydi....)

ninni

12:20 17 Mayıs 2010 Pazartesi

aslında şu an bilgisayar başında olmamam gerekiyor. ya da olmam gerekiyor ama ödev yapmak için olmam gerekiyor. aslında benim şu an ders gitmek için odadan çıkmış olmam da gerekiyor. esasında benim......

ve gereklilikler......

her dem zaruri
her dem sistematik
ve ne menem bir
arz talep ilişkisi
pek mutualist
pek acımasız
kalk ki dönsün bu devran
kalk parçanı ekle
ekle ki büyüsün
büyüsün de gelişsin neeenni
eeeee eeeee

I like that

13:55 15 Mayıs 2010 Cumartesi

ha bu ışıkli dünya
oldi bize karanlık
oy güzel
oldi bize karanlık...

eveeet marsis dinliyorum halen daha...

web dünyası geliştikçe daha ziyade sosyal paylaşım sitelerindeki fütursuzluk arttıkça olay iyice komikleşmeye başladı.

"x kişisi atatürkü beğendi"
hay allah razı olsun, beğenmiş atatürkü komik değil mi yaaa. kelimelerle ifade edemediğim bi komiklik var siz de fakediyormusunuz.

"y kişisi Lenin'i beğendi"
ürü be yavrum be kim tutar seni. komik yaaaa

"z kişisi john lennon'ı beğendi"
aferin evladım böyle çalmaya devam et.

komedi resmen.

güneşe çevirelim
güneşe çevirelim
bu karanlık günleri
oy güzel
bu karanlık günleri
....

bahar manifestosu

23:23 14 Mayıs 2010 Cuma

portakal kabuklu puding pek güzel.. ve kayısı kompostosu....

meyvelr hayatın en güzel tarafları. suyu, posası, kompostoso, jolesi, tatlısı...
meyve aşkına...

yaz gelince en çok karpuz çıkacağı için seviniyorum. bir de sıcaktan terleyip buz gibi duşa girmek de acayip haz veriyor. kızgın kumlardan serin sulara mükemmel slogan olmuşıcam.

şenlikler pek yorucu olsa da arkadaşlar toplanıyo falan uzaklardan gelenler oluyo pek güzel geçiyo sonra. yarından sonra buraya ayrıntılı şenlik kritiğini yazıcam. geçen seneki şenlik yazımı okudum. petülle çubuk kraker yiyerek geçirmiştik şenliği. bu sene petül yoktu olsun acar, banu bi de dharmakaya onun yerine geldiler. bide nedendir geçen senenin acısını mı çıkardım ne yaptım biraz ucunu kaçırdım içkinin. amaan ne yarını yaa şimdi başladım kritiğe decam edeyim o vakit.

eveeet efenim 2010 odtü bahar şenlikleri yarın son gününü yaşayacak.
bu sene benim olduğumdan beri ilk kez leman sam odtüye geldii hep hacettepeye ankara üniversitesine giderdi. nasıl tatlı nasıl enerji dolu bir kadın. nasıl sevecen. her sene gelsin her sene.

dumanın hiç bi konserine gitmeyerek çok yerinde bi karar vermişim şimdiye kadar. yavşak herifler. bi sevemedim bunları şarkıları güzel tamam sözler şahane müzik tarzı falan da on numara belki ama çok gereksiz tripleri var. bi de her şarkıya niye 15 dk solo attılarsa tamam iyi güzel solo da severiz ama şenlik bu söyleyelim di mi.

dün sulukule vardı ve benim resmen en çok coştuğum gün dündü. nasıl bir coşmaysa bugüne halim kalmamış içmedim hiç. şimdi sulukuleden önce marsis diye karadeniz müzikleri yapan bir grup çıktı aaa onların şarkılarını dinleyecektim, süper ötesiydilier. onlardan öncesi de eski kırkbeşliklerdi offff baştan coştuk tabi. sulukule ekibi de sahnede göbek atmaya başlatınca e bir de geçen gün telweden arakladığımız tefimiz yanımızda olunca coştuk tabi.




aslında şenlikler işkence. çok yoruluyoruz. bi de ben aslında böyle konserleri çok sevmiyorum. böyle oturacaksın bi yere bi de sakin olacak etraf. yaa tamamçok hoppa zıppa oynamış olabilirim ama dedim ya biraz ucunu kaçırdım:):)

haaaa asıl önemli olay kesin olarak masterı bırakmaya karar verdim. bu denemi bitireyim ama. yaa bu sabeh pek akademik bir kongreye gittim hacettepe üniversitesinde önemli bir şahıs türkiyeye gelmiş falan ingilizcedi bide konferans nasıl sıkıcıydı anlamadım. uyuyamadım da en mne ne diye oturduysak. ne bileyim yaa herkes bi ilgiyle dinledi arada tartıştılar falan ben geyik yapan bi kaç kişi neyseki buldum da onlarla takıldım sonra. ama kabus gibiydi. hele ikinci kısımda artık kendimi koşarak dışarı atmak istedim ama ne mümkün.

bir de hayatımda belki ilk defa geleceğe dair bir çizgi oluşturmaya karar verdim. bir hayal kurdum ve gerçekleşsin diye uğraşıcam. hedefin ne sorusunu artık yanıtsız bırakmayacaım sanırım. şşşşşttttt!! bu büyük bir sır.

konser zamanı belli oldu ya 9 ya 10 haziran ben tabi herkesi şimdiden tembihliyorum gelsinler diye. çok eğlenceli olacak dersler de artacak artık haftada iki gün olacak belki 3'e bile çıkabilir. b
i yerde de solom var. sadece düm düm tek yapıyorum ama olsun o ritmi ya kaçırırsam diye de çok korkuyorum ben.

veeee son olarak pek sevgili logum hala o eksik olan 4 tane ödevi tamamlayıp götüremedim.
:S:S:S:S

once

22:10 11 Mayıs 2010 Salı

yine yazdığım yazıyı sildim çünkü çok güzel bir filmi yazmalıyım. "once" şahane ötesiydi......müthişti......

şarapçı şarap şarap

23:40 9 Mayıs 2010 Pazar

biskrem bi'stick hiç cazip gelmemişti ilk çıktığında. ne olaki diye almamıştım bile. geçen gün yetişmem gereken bir yere aceleyle giderken nedense büfenin önünden amansızca geçerken birden durup sanki bistik almak için gelmişçesine hiç düşünmeden aldım. ama ne harikaymış tadı. yerken beni gören eminim bistik reklamı çekiyorum sanırdı. kendimden geçmiştim. geç kaldığım yeri unutmuştum adeta (adeta kelimesine de hep gülerim. adeta:):)). browni intense çılgınlığına çok kaptıramadım kendimi. ağır geldi bana o çikolata. bistik ama pasta gibi.
neyse ne.

gel zaman git zaman bu hafta içkiyi biraz fazla kaçırmış olabilirim. ödül kokteyliydi, doğum günüydü, arkadaşlarla buluşma derken bir de baktım nerdeyse hergün bişeyler içmişim. olsun şenlikler de geliyor ön hazırlık oldu sayıyorum. hehahhaa spartaküse anlatıyodum çok içmişim kafam çok güzeldi diye bişeyler...

"e luna sen hem yavaş içiyosun (40-50 dk.da bi ellilik anca itirebiliyorum ama genel olarak ben suyu bile çok yavaş içerim yudum yudum:), nasıl o kadar çok içtin?
- hehahaha çok içtim dediim ben zaten iki tane içsem çakır keyif oluyorum 3le 4ü içince de kafam çok fena güzelleşiyor:):)
asıl komiği elma ağacında ödül kokteyli sırasında beyaz şarapla elma suyu vardı. ben şaraba yüklendim. neyseki beyazdı şansıma. bir de elit kesim var katılımcı. neyse üçüncü kadehte falan ki kadeh dediğim hani sert plastikten şeffa bardaklar var ya onlar. neyse üçüncüyü içerken yanaklarım al al oldu hafiften de ısındım:)

elit kesim oturuyor karşımda bi işin ehl-i kişiler sohbet ediyor entellektüel muhabbetler falan derken. neyse bi herkesin kendine uygun meslek seçmesi muhabbetleri açıldı. benim zaten yüz kırmızı daimi sırıtmam yerleşmiş yüzüme başladım anlatmaya:
-yaa biliyor musunuz babam da bana geçen gün polis olsana dedi tıravma geçirdim. polis ol ne demek yaa bide bana ben nasıl polis olurum hiç mi tanımamış beni?

bi halk oyunları muhabbeti açıldı:

-orta okulda folklöre girmiştim boyum kısa diye en sona koydular beni sonra gösteri olacağı gün son dört kişiyi ayırıp siz çıkmayacaksınız dediler. bidaha da folklöre hiç ilgi duymadım...

bir x muhabbeti açıldı:
-hahah ben çocukken x'le bıdıbıdıbıdı

bir y muhabbeti açıldı:
- bir otobüs yolculuğundayken y'yle ilgili bıdıbıdıbıdı

otaboka bi çocukluk anısı anlatıyorum gülüyorum kahkaha atıyorum tim zaten yanımda elimden bardağımı alyor. genel müdür gözümün içine bakıyo luna ama sus artık diye. elit kesimden yazarlardan biri dayanamadı en son ilk kalkan o oldu. bir kısmı muhabbetten hoşnut kaldı ama. hatta bi edebiyatçı çıkarken bana:
-espiri tarzınızı çok beğendim dedi.
hahahah espiri tarzı değilki o kafam güzel ama verdiğim cevap daha komik:
-yine bekleriz o zaman dedim. sanki benim evim:D:D:D

katılımcılar gitti ben elimde boş şarap şişesindeki damlaları bardağa akıtmaya çalışmaktaydım. ve hala anlatacaklarım vardı. yaa gittiler ama ben çocukken bir defa da bıdıbıdıbıdı...

buraya da bişiler çizittirmiştim. ama sildim.

ateşsiz çizim

11:32 30 Nisan 2010 Cuma

pek kendinde olmayan kağıt parçasıyla kendine çok güvenen kalem tesadüfi bir tanışma yaşadılar. evet evet sandığınız gibi oldu. ateşli sevişmeleri sonucunda güzel bir oğlan çiziverdiler. her sevişmelerinde yeni çizimlerle biricik oğullarını büyütüyorlardı. oğlan kalıplaşmış yakışıklı kavramının tanımını karşılayamasa da kendine özgü bir duruşu vardı. sakindi. çok sakindi. o ateşli sevişmenin ardından oluşan çizimin de bir o kadar ateşli ve heyecanlı olması beklenirdi. beklentileri karşılamak için uğraşmadı ateşsiz oğlan. kağıt üzerinde olmaktan da. her çizgiçozuk gibi kaleme kendisini güzelleştirsin diye yalvarmadı. boyumu azıcık daha uzat omuzlarımı geniştet demdi yani. hatta çizittirilmekten hep rahatsız oldu hatta. kalmele kağıtta pek umutlu değildi oğullarının gidişatından. güzel bir karakalem çalışması olmayacağı için pek üzgündüler. oysaki o da diğer çizimler gibi bir sergide sergilenip kağıt ve kalemin gurur kaynağı olabilirdi. belki bir kitaba yerleştirilip ölümsüzleştirilebilirdi. çizgi oğlan hareket etmek istedi, yürümek istedi, başka başka yerlere gidip görmek istedi.

kağıt ve kalem silgiyi çağırdılar. çizgi oğlanı silmeye ikna olsun diye de kalem her sevişmede daha da çirkinleştirdi çizgi oğlanı. silgi, oğlanın sakinliğini ve umursamazlığını hatta hiç artistik olmayan duruşunu görünce entellektüel camiaya yakışmadığını asla bir sanat eseri olamayacağına karar verdi.

kalem ve kağıt silindikten sonra üzerinde iz kalmasından endişeliydi bu yüzden alanında en tecrübeli silgiyi çağırmışlardı. hiç bir masraftan kaçınmadılar sadece hiç iz kalmasın yeni çizimleri bir sanat eseri olabilsin istediler. silgi önce biraz sohbet etti oğlanla. bir sanat eseri olmak istemediğini bunun yerine aylak aylak dolaşmayı istediğini görünce sinirlendi. asla çizilmeyi haketmiyorsun diye çığlık atarak büyük bir hırsla, şiddetle sanki oğlan hayatı kirletmişçesine silmeye başladı. oğlan çirkin olabilir, fakir olabilir, aptal bile olabilirdi ama nasıl sanat eseri olmayı hayal etmezdi. herkes bunu konuşup şaşkınlık içerisinde kalıyordu. silgi hırslandıkça herkes alkışlıyor, dedikodu etrafta yayılıyordu. beyaz silgi çizimleri sildikçe kararıyordu. sihay silgi parçaları etrafa dağılmıştı. kağıt temizlenmiş operasyon başarıyla gerçekleştirilmişti. kalem ve kağıt çok daha ateşli bir sevişme için evlerine gittiler. silgi temizlenmek için banyoya girdi. sanat eseri adayları cizimlerine devam ettiler. yere dökülen siyah silgi parçacıkları zıplayarak ilerlemeye çalışırken bir süpürge gelip onları süpürdü.

i am no positive.....

otobüs yolculuklarına karşı tutumum bu. en azından kıytırık fimrlarla yapılan yolculuklara karşı. neyse yaa bir otobüs yolculuğu macerası daha yazmayacağım buraya. oheyya iki saat ne çbuk geçti ben geldim yurda saat 2'ydi azıcık takılayım duş alırım sonra da çıkarım dedim saat 4 olmuş yani 4'e çeyrek var ama nerden baksan 4 sayılır.ne çabukgeçmiş. bu arada minicik bir çocuğun 1. yaş kutlamasına gittik dün tüm kuzenler ordaydı. çok komikti. bi sürü kadın vardı eve girince hepsinin kucağında bi çocuk.nedense çok komik göründüler gzüme. bide işte biz ailenin gençleri boş bi oda bulup oraya kapandık.iki tane fırlama (kesinlikle tatlı değildiler çocukların cadı oldukları her halerinden belliydi bi süpürgeleri eksikti), armut koltuklar olur ya o armut koltukların üztünde çırpınıp duruyolar çığlık çığlığa ama kulak falan kalmadı bizde balonların üstüne oturup patlatıyolar falan biz şaşkınlıkla izliyoruz derken tam fıratlık bi durum oldu. meğersem burası benim evimmiş tarzında, bu iki cadı (bi erkek bi kız yaklaşık 2-3 yaşlarında işte konuşup yrüyolar, çığlık atıyolar başka da bi işlevleri yok o yaştalar:), yerde çırpınmaya başladılar erkek olan demez mi:

"burası denizmiş" diye. ehahahaha biz koptuk tabi. fırat şahane karikatür valla uğur gürsoy abimizi tebrik ediyoruz böyle de gerçekçi cuk diye oturan olmaz. fiti fiti...::):):içimde bir kıvılcımlar bir fırtınalar bir şelaleler bir anlam karmaşası bir yozlaşmışlık bir tatile ihtiyacım var. sakin huzurlu güvenli bir kıyıya çekeyim gemimi ve orada kalayım ben... bir süreliğine... çok sakinlikte gelmez bana evet blogcum haklısın bir soyunma dökünme bir beyazlara bürünme. bu sene iyiyim yaaa. kafam iyi kafam güzel.... kafam rahat. luna tarihindeki en az sorunlu senem hatta. 2010 cidden kırılım yılı gibi. daha senenin yarısı bile olmadı peşin peşin konuşmayım. bakalım ne ola ki daha daha... kırk yılda bir gelir luna gibisi:):):)

my wonderwall

23:04 17 Nisan 2010 Cumartesi

bugün hayatımda ilk defa lunaparktaki gondola bindim. takla atan havalarda uçuşan bindbir çeşit hadeye binmiştim de bi gondola yıllarca binememiştim:) ama müthişmiş. ne kadar güzel ne kadar eğlenceliydi. gondol ileri giderken saçlarımın geriye uçuşması en tepede oturduğum yerden havalanmam. şahane ötesiyfi. i. melih gökçeğe her nekadar kızsam da şu gençlik parkını luna parka çevirmesi şahane ötesi bir şey oldu. gerçi müzikler çok komik. ankara da bi luna park açılırsa tabiiki ankaralı bilmemkimlerinen müziği çalacak. oyun havası eşliğinde lunapark. bide tiestonun extacy'sini niye çalarlar anlamam orda burda. müziği de geçtim. çok eğlenceli bu luna park olayı. bide gençlik parkındaki havuz kenarı. ulustaki suluhan tam bir takı cenneti. yeni küpeler aldım. limon kabuğundan küpemin yanında bir deportakal diliminden küpem oldu:)
mart bitsin mart bitsin diyosum al bana nisan geldi. ne oldu sanki değil mi. havaar mis gibi oldu. her gün piknik havası. bir top oynama havası bir bisikletle gezme havası. müthiş müthiş.
ben hiç geceden ne giyineceğini hazırlayan biri olamdım. bu yüzden de ojelerim hep kıyafetimle alakasız oldu.

bu geceyi oasis gecesi ilan ediyorum.

turuncu dedim yavrazi çıktı
mavi dedim turkuvaz çıktı
dans edince her şeyi unuturum
tüm renkler güzel
müzik de güzelse
değmesin kimse keyfime
hola dırırındındın hola....
ben pembe diyim sen somon
gündüz nerde olduğumun önemi yok
gece buradayım işte
bu ritim harika işte
yuppi duuu
yuppi duyidu yuppi duuuu

tespitimsi

23:14 12 Nisan 2010 Pazartesi

şimdiiii yeni tespitim:

insanlar ikiye ayrılır net olan insanlar ve belirsiz olan insanlar. akademik bir makale olsaydı bir de yeni terimler bulup terminolojiye de katkıda bulunmak isteyecektim. olsun kutsal uskumruda oldukça akademik bir alandır. net olan insanlar için her şey ikiye ayrılır;
-evet,hayır
-doğru, yanlış
-var,yok
-oldu, olmadı
bu tip insanlar için oluşturduğum terim ise "ikilik insanlar". belirsiz insanların ise beyinlerinde bölüm yoktur (hardiskleri c ve d diye ayrılmamıştır:)) belirsiz insanların cevapları yoktur durumu bilemezler ve hep bir cevaba ihtiyaç duyarlar bu yüzden soruları çoktur. bu tarz insanların terimi de "bolluk insanlar".
daha iyi anlaşılması için örnek vereyim. mesela belediye otobüsünde gidiyoruz.oturma yerleri dolmuş ayakta da baya baya insan var. bir iki kişi de orta kapının önünde beklemekte. muavin bağırıyor:
"orta kapının önünde beklemeyelim"
ikilik insan bunu anlar orta kapının önündekiler çekilecek orta kapının önünde beklemeyenleri ilgilendiren bir durum yok. bakın sadece iki maddeli bir söylem. ama bolluk insanın kafasında bir sürü soru işareti olur ve sormak gereği duyar "pencere önündekiler de çekilsin mi"
ya da mesela markette sırada bekliyorsunuz iki kasa var çalışan, diğer kasiyer seslendin
"nakit ödeme yapacaklar buraya gelebilir"
ikilik insan durumu anlar
-nakit ödeyecekler oraya gidecek kredi kartıyla ödeyecekler burada kalacak sadece iki durum var)
bolluk insan onaya ihtiyaç duyar ve cevap verilmelidir ona:
-kredi kartıyla ödeyecekler burada mı kalsın?
ikilik insan bir de çok konuşmaz. tabiki muhabbet eder arkadaş ortamlarında falan ama. çok soru sormaz diyim ben. bolluk insan hey hat sivrilir bir de. hemen farkedilir. dolmuşta mesela "müsait bir yerde inabilir miyim" der. dolmuş hemen durmassa kafası karışır tekrar eder dolmuşcu cevap verir;
"müsait olunca durucam" bu cevaba ihtiyacı vardır.
ikilik insanın her zaman iki seçeneği vardır. ya seviyordur ya sevmiyordur. ya anlamıştır ya anlamamıştır. bolluk insanınsa hep cevaba ihtiyacı vardır. sevdiği yönü de vardır sevmediği yönüde, hoşlandığı yönü de nefret ettiği yönü de boldur yani. anlamıştır ama anlamadığı kısımlar vardır. sormaya ihtiyacı vardır. anlatmaya. dillendirmeye.
bir de üçüncü kategori vardır teklik insan. bu da bir elinde ayna bir elince cımbız umurunda mı dünya olanlar. ya da kulaklığıyla bütünleşik yaşayanlar. kıçına bile takmaz toplummuş, dolmuşmuş marketmiş ikilik insanmış bolluk insanmış. ona göre herkes teklik olmalıdır hayat daha güzel olsun diye. pek duyulmaz sesleri pek görünmez yüzleri. öpülesidirler. sorunsuz sorumsuz ve umursamaz.
dönelim ikilik ve bolluk insana. ikilik insan bolluk insana sinir olur her daim. sivrilmelerine gereksiz sorularına. salak derler gerizekalı derler içlerinden. bolluk insansa her sorusuyle toplumsal bir ilerleme kaydettiğini sanır. sanki o kasa sırasındaki herkesin aklında o soru vardır da kimse soramıyordur gibi. halkın sözcüsü olmuştur. ne hayırseverdir ne iyidir. ikilik insan da teklik insan da mutlu olmuştur onun sayesinde sanır. teklik insan hem ikilik insana hem bolluk insana kıs kıs gülmektedir pardon o gülüncek bir şeyler olduğunu farketmemiştir aslında. güzel bir şarkı çıkmış olmalı empe3 ünde.



weekend report

22:22 11 Nisan 2010 Pazar

pek muheterem blog:):):)
nasıl girişse bu. çok alengirli bir hafta sonu nasıl olur?
perşembe akla düşen karpuz kabuğunu cuma gecesi eşekler yerse alengirli hafta sonu olur :):) bir tren, bir dünnnnnya güzeli (bunu okurken bülent ersoydan duyuyormuş gibi hayal edin:) bir de alice in wonderland adamı. akabinde ne alırsan 5 lira alt katı ve bilgisayar formatı gelirse alengirli başlayan hafta sonu süper star ajda pekkandan daha süper hale gelebilir.
evet farkedildiği üzere havam yerinde alaturka oldum oynamadan duramam. içimde bir enerji patlaması bir enerji patlaması. bir windows 7 bana bunları yaptıysa devamını düşünemiyorum. gerçi daha bir sürü driver indirmem gerek falan filan.
treni kaçırmamak mucize oldu gerçi:):):)
yalnız sanki yeni bilgisayar almış gibi oldum. eee yıllar sonra..... evet yaaaaa sanki yeni bilgisayar aldım bi hızlanma bi görüntülerde parlama, bi artistleşme, bi sevimlilik, bir renk cümbüşü. canım bilgisayarım. bir de sileyim klavyeni üstünü başına on numara bide stiker alalım sana oooohhhh.....

her dem motive

15:05 31 Mart 2010 Çarşamba

bu gayet doğal ama saçma olayı anlatmalıyım size. dün 3 gibi yattım. 3 buçukta uyudum diyelim. sabah 6 ya kurdum saati erteleye erteleye 8 buçukta uyandım. her 10 dk da bir yeniden çaldığı için alarm ben on dk aralıklarla uynarak 2 buçuk saat daha uyudum. 2 buçuk saat 150 dk. eder. bu demektir ki ben 15 defa uyanmışım o arada. her neyse 8:40 a biraz gecikmeli de olsa yetiştim. dersin labına da girdim. sunum raporunu akşam 5e bari yetiştireyim diye nasıl motive olmuş okuyordum ki makaleleri az önce hocayla konuştum gece 12'ye kadar gönderebilirsin dedi. hoooooop tavan yapmış motivasyonum yerle bir. şimdi devam edemiyorum. zaten çok vaktim var diye tek kelime okuyamıyorum..... bu ne rapsodi???

ödev teslim arifelerinde başka başka şeylerle uğraşmak ve her defasında uykusuz kalmak. ve çaresiz yapılan saat hesapları şimdi saat 2 buçuk yatsam 6da kalksam makaleyi bir saatte okusam özetini bir saatte çıkarsam hımmm saat 8 olur giyinsem diş fırçalasam derken 8:40 dersine yetişir miyim? peki iki saatte hazırlanmış sunum özeti ne kadar etkilidir transkriptte????
ve nice sorular....

günün öncesi

01:15 28 Mart 2010 Pazar

okadar değil tabiii bir de uykusuz imza günüydü bugün. uykusuz standı da hemen bizim standın karşısındaydı zaten. uykusuz posteri alıp hepsine imzalattık. (poster en ucuzuydu napalım:) yazık bide saat 2 den 6ya kadar aralıksız imza attılar hiç boşkalmadılar. ayrıca bizim de imza günümüzdü. ben de iş görüşmesi için aldığım beyaz gömleğimi giyindim azıcık resmi olayım diye ki iyiki de öyle yapmışım. bugün fuardaki herkes gömlekli falandı. ama sonrasında hemen çantamda taşıdığım sweetimi giydim (yarasalı olan). salı günü ikinci görüşmem var. şu cuma çok sevdiğim ders için de bu hafta sunum sırası bende onu da çarşambaya bitirip hocaya vermem gerek. bir fuar daha bitti. yarın bitiyor yani.

eveeet. bir radyo programı deneyimi kazanmış bulunmaktayım. pek şiirli, miirli bir program da olsa sevdim ben keyifliydi. tatlı insanlardı. ayrıca evlilik konusuna da son 15 dk. girdik sadece. gerçi biraz zorlandım. dinleyiciler falan hep şiir yazıp gönderdiler. konu da bahardı. güzel bi konuydu ama. nedense pek arabeske bağladık. her şeyin sonunu bahara bağlamak da komik oldu. gelecek hafta yeniden konuk olmamı istediler:):) bu arada "zaman en iyi dostumuzdur" cümlesini kurdum:):)sonra cümleye başlayınca ne diyorum ya ben gibi bi moda girdim. programda şiir bile okudum. çok komik:):):) insan atmosfere kaptırıyor. servisle bıraktılar ooooh şahane valla. iki saatte hemen geçiverdi. kaydını verecekler bana. tam amce-teyze programı aslında. çok korkuyodum ama iyi atlattım gibime geliyor:) offf ne malzeme çıkar ordan. dinleyip dinleyip dalga geçebilirsiniz benle. ama keyifliydi yaaa. gamze telefonla bağlandı. haftaya yine çağırdılar; onunla birlikte katılıcaz belki.

gün aşikar

13:35 26 Mart 2010 Cuma

hey blog hey hey sana. elma ağacının bir dalından yazıyorum sana. pek yazmak istedi canım sabah ki derste yazmakla ilgili konuştuk ondan herhalde. burdaki bilgisayarda windows messengerdan giriş yapmıştım bir defa otomatiğe almış hesabımı sabah otomatik açılıyormuş akşam bilgisayar kapanana kadar. benim haberim yok :):) az önce farkettim biri bişey oha nasıl olduki falan derken bir baktım otomatikkteymiş bu bilgisayarda.yarın akşam bir radyo programına konuk olacağım hahahaaa çok komik evlilik danışmanlığı programına kadın erkek iletişimi ve iş görüşmeleriyle ilgili konuşacakmışız. yaaa adam yazardı işte standda imza günü vardı ben de yanında oturmuş kitap okuyordum derken tartışmaya başladık şu şöyle bu böyle bilmem ne sonra davet etti programa. ooo havada konuk kaptı valla:):) ben de değişiklik olur diye kabul ettim. hahaha çok komik olacak. gerçi kimse dinlemiyodur bence. evlilik danışmanlığı programı çok komik beeee........



cuma sabahki dersimi çok seviyorum şahane. böyle bi friday i'm in love moduna giriyorum bu dersten çıkınca:):)gerçi makaleleri yine sabah okuyup yazabildim anca. ve bu beş haftadır böyle oluyor. haaa dönemin başından beri hiç gidemediğim dersin hocasıyla konuştum:



"evet farkındayım gelmediğinin" dedi:):) ama bundan sonra gidersem her halde sorun olmayacak. statistically significant bir issue.



her neyse bloooog bakayım başka ne var. bir de başvuru yaptığım yerden ikinci görüşmeye çağırdılar. kafamdakiler hiç net değil orayla ilgili. daha iş tanımını bile doğru dürüst bilmiyorum. neyse her şeyi zaman gösteriyor zaten. zaman işte gerçekleri yüzüne yüzüne vuruyor insanın korkusuzca.

sonunda paralandım yeniden şu bir kaç gün ne sefalet çektim öyle yaa:( gel zaman git zaman büyüdük be bkog. sen de büyüdün ben de. ilk tanıştığımızda böyle miydin sende. bi ara içip eskiyi yad edelim. ::)):) benim diploma maceramla başlarız.onları yazıyordum ya hep. kafam onlarla doluydu. ben aslında senle sohbet eder gibi yazmazdım böyle günlük gibi ne yaptığımı ne ettiğimi nasıl bu çizgiye geldim ki. neyse yeniden kendime dönüp o karışık kimsenin okumak istemediği saçma yazılarımdan yazayım:) rüya büyücüsünün doğumgününü buradan da kutlayım. 30.yaş günüme şimdiden hepinizi davet ediyorum blogistanlılar. rüya büyücüsü şahan süriz bir parti hazırlayacakmış. 30. yaş günüme. hey hat... kim biliiiiiir nerelerde kimlerle ne yapıyor olacağım. aaaa bugün nedir 27 Mart.(aaa dünya tiyatro günü bu arada) haa yok ne 27si 26 mart evet evet 26ymış. hadi şimdi düşünelim şu anki çizgimizle seneye tam bugün bu saatte ne yapıyoruz. nerede gördük kendimizi. ben yine klavye tuşlarına basarken gördüm.hangi mi şehirdeyim. hmmm tamam tuşlara yazmayı bıraktım ve camdan bakıyorum, hangi şehir olduğunu anlamak için. ismini bilmiyorum bu şehrin. daha önce hiç gelmediğim bir yer olmalı. yaklaşık iki haftadır buradayım. bir apartman dairesinde karanlık bir evim var. ev biraz dağınık pek gelemiyorum evime. sabah erken çıkıp akşam geç geliyorum. bir sürü gazete ve dergi birikmiş. ama şimdi evdeyim. neden şimdi evdeyim onu bilmiyorum. ama bişeyler yazıyorum. okumak istiyorum ama yazdıklarım bulanık.okuyamadım. kime yazıyorum acaba, ne diyorum, neler yaşadım acaba bu 1 senede. ama yüzümde bi telaş var onu görebiliyorum. bi endişe var. yine kafam karışık gibi. bu ev benim değil mi diye merak ediyorum yatak odasına gidiyorum dolaba bakıyorum tanıdık bişeyler görürüm diye. bana ait değil galiba giysilerin hiç birini görmedim daha önce ama bir dakika bu ayakkabılar bunlar benim işte. çok sevinçliyim kendime ait bir şeyler bulduğum için. veee evet kitaplığım benim kitaplarım. işte haya aynı kulaklığı kullanıyorum onu bozmadığıma çok sevindim. ahhh köfte sende mi buradasın? ama her neresiyse güzel bir şehir burası. evimde tv yok. olmasını beklemezdim zaten. karanlık olması güzel evin. keşke tütsü yaksam ama yok başımı kaldırmıyorum bile kılavyeden. bir de çay içtiğim kupa var bitmiş. hala çay içiyorum demekki. ooo yazıcı da almışım kendime. oh yaa iyi olmuş çıktı telaşı ne kötüydü ama. aaa yükseğe devam ediyorum çünkü bir ders kitabına dün bakmışım daha. ömer hocanın dersi onu alıyorum demekki. teze başlamam gerekiyor oysa. niye onun dersini almışım ki.çalıştı yazıcı. çıktısını aldım yazdıklarımın aceleyle montumu giyinip evden çıktım. (hala alelacele yetişiyorum bir yerlere), taksi çağırdım sabırsızca bekliyorum. geldi. plakasına bakıcam hangi şehirdeyim diye bulanık. ama güzel bir şehir. temiz. biraz karışık sanki. nereye geldik ki? başka bir apartman. ikinci kata çıkıyorum asansörle. bir kapıyı çaldım. açan yok. bir daha birdaha ısrarcı sil sesleri. açan yok. kapının altından atıyourm kağıdı. ne yazdım acaba?? kimin evi burası. neden kapınını altından atıyorum. telaşlı halim bitmiş. kararsız bir yüz ifadem var. bu defa yürüyerek iniyorum merdivenleri.ve taksiyebinmeden yürüyerek devam ediyorum yola. birini arıyorum. konuşulanları duyamıyorum. kimi aradım acaba ne diyorum?? yürüyerek gözden kayboluyorum. kendime eşlik edemiyorum daha fazla. ve birden yeniden klavye tuşları önümde. geri gelmişim. elma ağacındayım. ve bloga yazıyorum. her şey aynı...

halim öyle

22:50 23 Mart 2010 Salı

çok tempolu ir hafta sonundan sonra selam sana blogistan. kafam çok karışık. ben bi iş başvurusu yaptım dediler gel görüşelim. gittim. ama kumaş pantolon falan giydim bide. gerçi gndgdmhtp'ye göre o klsaik değil gayet sportif bir pantolonmuş. neyse. off tüm paramı da o pantolon ayakkabı gömlek üçlemesine veridm.ama olsun lazımdı artık iş görüşmeleri başlar yavaştan. şimdi ben gittim. iyi de geçti aslında. ama istemedim sonra da şimdi yani. bugün gittim. kırk akıl kırk fikirim ben de işte böyle. yaaaa ben ankarada kalmak istemiyorum any more. tamam bu iş de pek seyahatname bi iş, bir sürü şehir değiştircem falan ama merkezim ankara olacak. lanetli şehir bırak beni artık. neyse sevmedim onu.
üç gündür geziyorum. fuarda stand bekliyorum falan derken. o da ne bak çarşamba oldu nerdeyse. zaman çok hızlı geçiyor. geçiyor da gidigidiveriyor.
günlerdir de odama gelemedim. sırtımda bi çanta içinde iki poster üç gündür öyle gezdim. hiç yazasım dayok. defterime yazayım dedim bişeyler o da yok. ne isteksizlik. bi haftadır tek sayfa kitap okumadım.
şiir mi yazsam blog.

sayfa sayfa kopar takvim
ne elim gider aramaya
ne dilim sormaya
yorgun bedenim
bir iki sözcükle dinlenir
bir zaman dilimi yok ki
kalem oynatmaya
ve bir hayalet gibi
yok olup var olmaya

valla iyi geldi şiir yazmak. uyuyayım ben de. yarın da yorucu bir gün olacak. hokusturi pokusturi ok olduri...

sabahları portakallı oralet yanında peynirli poğaça alırdı. poğaçanın özellikle bayatlamış olmasını isterdi çünkü portakallı oralet sadece bayatlayan poğaçaları severdi.

bir sabah portakallı oraletini aldı ancak bir gün öncesinden hiç poğaça kalmamıştı. önceki sabah hiç satmadığı kadar poğaça satmıştı fırıncı, mutluydu. çaresiz taze peynirli poğaça aldı. oraletin tadı pek güzel gelmedi. hatta sıcağıyla damağı yandı. akşama kadar hissetti yanığın acısını. iş yerinde, sokakta, evinde. sıcak oralet.

diğer sabah yine bayat poğaça yoktu, ya fırını değiştirecekti ya da poğaa zevkini. taze poğaça aldı. damağı yanmadı ya bu defa. bir sonraki sabaha kadar aklına poğaça gelmedi.

bir sonraki sabah bayat poğaçayı alacaktı ki, neden diye düşündü. tazesi dururken.... taze poğaça aldı. sonraki her sabah gibi... taze poğaçayla oraleti sevmedi ama.

diğer bir sonraki sabah taze poğaçasını aldı ama oralet içmek istemedi. çay aldı. çay ve taze poğaça harikaydı. günün geri kalanında varlığını hatırlamadı bile poğaçanın.

daha sonraki sabah daha fırına gelmeden, pastanenin rafındaki sandiviçlere takıldı gözü; peynirli, domatesli. çay da söyledi yanına. günün geri kalanı aklına bile gelmedi sandiviç.

seneler boyu varlığını hatırlamadı oraletin, poğaçanın...

gönüllü meteorolog

14:02 16 Mart 2010 Salı

eveeeet, kapıdan baktırıp kazma kürek yaktıran mart şimdi de ankara'ya kar yağdırıyor. hey hat!!!!

yazar şeysi

23:14 14 Mart 2010 Pazar

mart ayını hiç sevmiyorum. bence çok uzun mart ayı. 15 gün yetiyo işte tamam bitsin artık nisan gelsin. ozaman bi sene de 350 gün olur yuvarlak rakam hem. tam arada derede bir ay ne kış ne bahar. ne soğuk ne sıcak. ne olduğu belli değil. dün nasıl günlük güneşlik, bugün yağmurlu. sular niye ısınmıyo ozaman? hayat için yeni tanım yaptım bugün: karışık kumpir. hayat tam bir karışık kumpir. bazen otantik kumpir olabiliyor tabi. ama haşlanmış patates işte hayat. bu kadar basit bişey, üstüne aman zeytiniydi aman kaşar peyniriydi aman sosisiydi bin bir çeşit nevale.

ben niye tüm pazar günümü ordan oraya koşturarak ders anlatarak harcadım? kadın çocuğu niye dövdü? niye geldim ıslak ıslak? su niye soğuktu? ve cuma akşamı neden elektrik kesildi? hadi yüce bilim buna da cevap versene ya da sen kutsal din cevap versene bana. hadi felsefe, sosyoloji, heeey tarih nerdesin var mı bir anımsaman? sen de sus biraz psikoloji, sus biraz yaaa cidden sus yani yeter ama.

neyse tüm bunların yanında vişne kompostosuna çubuk tarın atın hatta azıcık ta zencefil. öyle pişirin. ben sıcak şarap sevmem ki. sıcak şaraba benzettiğinizi düşünerek verdim bu cevabı ben yazarken benzettim de. bi defa yapmıştık sıcak şarap hatırlar rüya büyücüsü hala uyumuyorsa eğer. bir de sucuk ekmek yapıp parti vermiştik ya çok kötü olmuştu ama sıcak şarap. hiç beğenmemiştik. sonra bi defa bi film gösteriminde dağıtmışlardı o güzeldi ama. ya da az ve bedava olduğu için güzel geldi bana. bu da böyle bir enstantane işte.

yarın bendire gidicem. oheyya yan odadaki kız bunalım takılıyo so ses duman açmış dinliyo şarkıyı anlamıyorum ama vokalin bağırmasından anladım duman olduğunu niye hep aynı tarz söylerki bu adam. bi bebek şarkısının geçtiği albümleri şahaneydi ama. lise yıllarını anımsatır bana hep. bi de yaşar kurt. sarıl bana ruhum..... orduya isiyorlar annneeeeeeeeee savaş çıkar diyorlar.... mor ve ötesi aaaaahhhh ortim aaaaaaahhhhh sen de bi içerledin eminim okurken. bi de slayer var ki ondan bahsetmiicem ama albüm adı vereyim "god hates us all" anladın sen:) lise yılları olurda pentagram olma mı heç. hehaha temel hoca ben de pentagram albümü görmüştü sıramın altında:
"Luna iyi bişey mi bu benim kız da dinliyo" demişti.
"aman haaa hocam sakın karışmayın dinlesin, ne dinlicek başka hatta bakın bunlar da var bunları da dinlesin"
yaa kara defterler. "kara kutu" var bide ondan da bahsetmiicem. sen anladın:) hatta o kara kutu mevzusunu şu anda aklımda shift delete yaptım. yandı bitti kül oldu.
dursun, epeydir görünmüyosun ama girip de okursan sana da selam eder duruyorsa dijital sony walkmanin gözlerinden öperim.

sağol yan odadaki kız, yazı sayende gidişatını değiştirdi. yaa böyle de kumpir hayat. ben kumpir sevmem bu arada, zeytin olmasın benimkinde sosiste. turşu hiç olmasın. ketçap mayonez hayır kumpirde olmaz. bardak mısırda bile olur ama kumpirde değil. patates olsun, kaşar peynir bi de. ooooh missss... daha ne olsun.

garson bey bakarmısınız ben bir hayat alayım içinde sadece peynir olsun.

bugün her yerde cumartesi

19:20 13 Mart 2010 Cumartesi

bugün hiç işim olmayan tek günüm yani cumartesi. diğer cumartesilere nazaran bütün günü kendime ayırmaya karar verdim. eşofmanlarımla gazetemi aldım güzel bir kahvaltı yaptım. biraz yürüdüm hava çok güzeldi zaten saat 1'e doğru kalktım. güzel bir günün kalanında tabiiki film izleyecektim ki bir cumartesiyi geçirmek için harika bir film seçmişim. nasıl eğlendim nasıl beğendim. filmi hiç anlatmayacağım izlemediyseniz izleyin. kendinize ayırdığınız güzel bir cumartesi günü izleyin, keyfinize keyif katsın... Emir Kusturica yönetmenliğinde 98 yapımı kara kedi ak kedi... müziklerine de ve ses efektlerine özellikle dikkat.... mükemmel, keyifli cumartesi günü filmi. aaaa parlamant pazar gecesi sineması vardı eskiden tv de. onu haturladım nostaljik oldum. hadi iyi seyirler. hokus pokus yok oldum...