muavin bey oğlum

23:22 4 Eylül 2009 Cuma


kulaklarım tıklalı ve bacaklarım tutulmuş. aslında blogumu direk bu küçük beldenin nacizane otobüs firmasına ayırsam yeridir. çünkü her yolculuğumda muhakkak bir malzeme çıkıyor. ancak itiraf eteliyimki en sinir bozucu yolculuğumdu. hep beni bulur. ben de de bi gariplik var inkar etmiyorum. şaşkın, dikkatsiz ve hayal perest halimi her ne kadar ciddi, dikkatli ve pratik bir şekle sokmya çalışsam da mayam böyle her abuk sabuk olan olayı ben yaşarım. ruhuma işlemiş; kurtulamıyorum.

yolculuk için hazırlık...

sabah erken kalmış vaktinden önce tüm işlerimi halletmiştim. hatta otobüs firmasını aramıştım 4 buçuk arabasına yer ayırtmıştım. öyle tedbirliydim ki çıtır simitte schweppes mandalinamı içerken mp3 çalarımı da yola çıkacağım için kasada şarja taktırmıştım. kusursuz bir plandı. her şey yolundaydı. öyle ki yarım saat önce aşti de olacağım şekilde dolmuşa da binmiştim.


bilet alım aşaması....
aştideyim. yürüyorum bilet alacağım firmaya doğru kulağımdaki müzik: saint privattan "tous les jours" parçaya eşlik ederek hiç bilmediğim kelimeleri doğru çıkarmaya çalışıyorum. aynı anda da önümüzdeki sene fransızca kursuna gitmeye karar veriyorum. mutluyum, umutluyum, en azından bir günlük kusursuzum. firmanın önüne gelmişim. kulaklığımı çıkarıp bilet fiyatını soruyorum. bir gün önce 15 olan fiyatın 23 e çıktığını duyuncada ikinci firmaya sormak için hemen almıyorum akabinde diğer firmaya gidene kadar da olsa kulaklığımı takıyorum; est-ce ma faute qu'un joli jour je doit te quitter... diğer firmanın arabası 3 te gitmiş başkada otobüs yok zaten. bizim firmadan almak için dönüyorum. şarkı bitiyor. bileti almak istiyorum. bilet satan kişi öfkeli "sana vermiyorum yok bilet sana" ısrar ediyorum açıklıyorum dinletemiyorum. diğer firmaya gidip durumu anlatıyoru. hemen bir katakulli ayarlanıyor. o firmanın muavini kendi adına alacak. yalnız bizim adam çakal yer mi numaraı. anlamış bana aldığını satmıyor. kendi firmasının muavinini gönderiyorlar bu kez ona da satmıyor. benim adıma giden herkes bana kızarak dönüyor. en son ben tekrar gidiyorum. bana bağırmaya başlıyor; "sen saygısızlık ettin. ben lidere gidiyosan onların arabası yok dedim. geri gelirsen bilet satmam sana dedim" diyor. benim duyduklarımsa; tous ler jours... duymadım diyorum kulaklık gösteriyorum. inanmıyor. geri gelirsen bilet vermem diyince vermessen verme dediğimi iddia ediyor. tous les jour... sinirden sesim titriyor (son araba başka şansım yok). yan firmadan bir vatandaş "mübarek gün abi ne yapıyorsun" diyor. neyseki bizim firma biletimi mübarek gün (ramazan +cuma) hatrına veriyor (satıyor).

yolculuk esnasında...

yerime oturuyorum. muavin geliyor. "bizim yazanedeki abiye ne yapmışsın sen öyle" diyor. şaşırıyorum. öyle değil diyerek anlatmaya çalışırken beni dinlemiyor "anlattı bana çok ayıp etmişsin" diyip gidiyor. sinirim bozuk. yanıma oturan kadının çocuğu saçımı çekiyor. ancak akraba evliliği sonucu sakat doğduğunu anladığım çocuğa hiç tepki vermiyorum. bağışıklık sistemi çok zayıf olan bu çocuk üşümesin diye kendi havalandırmamı da kapatıyorum. bir süre sonra o acayip kokunun annesinden geldiğini anlayacağım. ve ona da katlanacapım. evdeyken hala kokuyu üstümde hissedecek olsamda. kulaklığımı takıyorum. tracey chapman dan "fast car"; but is it fast enough so we can fly away?... otobüs duruyor. bir kargaşa. 7 kişi yoldan biletsiz biniyor. ancak kargaşa kalabalıktan değil. kulaklığımı çıkarıyorum; kavga var. 4 bayan yan yana otursun diye arka koltuktaki gence kalkması söylenmiş, biletinde yazan numaralı koltuğa oturduğu için kalkmayı reddeden gençle 7 kişilik ailenin yağız delikanlısı kavga etmekte. yağız delikanlı küfürlü konuşuyor zaten kafam bulanık gibi laflar ediyor. kavga kızışınca yağız delikanlı "çekip vurucam haa" diyorki aile birden telaşlanıyor; " yapma Kasım, daha yeni çıktın". herkes sakinleşiyor. kulaklığımı takıyorum; şarkı bitmiş.

eve varış...
sakin, huzurlu yuvam. kulaklarım tıkanmış, bacaklarım tutulmuş. hemen banyoya gidiyorum. güzel kokulu duşumu alıp yumuşacık yatağıma uzanıyorum. kulaklığımı takıyorum; hooverphonic "sad song"u yeniden hissederek dinliyorum; on the train I lost my intelligence...biraz sonra blogumu açıyorum.

son not:
yazdıklarımın hiç biri hayal ürünü değil tamamen yaşanmış ve gerçektir...

1 fındık kabuğu doldu:

  1. vah vah ortiiim, bu ne yaman yolculukmuş boyle, ben de anlamadım bi okurken önce, çarş. günü dönmeyecek miydin eve? neyse vala full atraksiyonluymuş yolculuk :) gurur yapmış sizin firma falan da :D
    bizimkilerin ordan egeye taşındığına en çok bu sebeplerden sevindim ben de varya.. otobüsler, otobüsteki garip ve maalesef çoğunlukla kötü kokan insanlar. biletinde cam kenarı yazmasına rağmen senin yerine oturmuş ve de biletinize bakın bi dememe rağmen bakmayıp bir de üstüne utanmadan "hayır burası beniiiim" diye tutturan insanlar!
    arkadas tamam türkiye ankaradan batısı değil, yadırgamamaya çalışıyorum ama yıl 2009; okuma yazma var, banyo var, sabun var, şampuan var, su var ya! elde değil...

    whymypen

Yorum Gönder