CSO yu hiç böyle görmediniz

23:52 19 Mayıs 2009 Salı

kronolojik olarak yazmam gerekirse dün geceden başlayayım. 18 mayısı 19 mayısa bağlayan gece (esasında 21 mayıs olması gereken) doğum günü partimle başlayayım. nacizane oda arkadaşlarımın süprizi olan 1 şişe tekilam ve 4 tane de şat bardağımın dışında kalanları da listeleyim. cipsler, çerezler, (tabiki tekila şat için gereken limon ve tuz), benim masada olduğunu hiç farketmediğim çekirdek, esra, derya ve merve. ve gerçek tazelikte, hazırlayan kişinin meyve kategorisinde sadece muz bulunduğunu anlamamızı sağlayan doğum günü pastası. küçük bir tepe şeklinde. karla kaplı bir tepe. zirvedeyse bir mum. mum üflerken tuttuğunuz dilekleri kimden istersiniz. tanrıdan mı? güldürmeyin beni tanrıdan doğum günü hediyesi mi istiyorsunuz yani. sizi yarattığı için teşekkür beklerken bir de üzerine hediye vermek mi? beni bile ürpertti. cimri midir sizin tanrınız. merhametlidir tamam onu biliyoruz da merak ettim cimri midir? tılsımı bitecek diye korkar mı? ben de bir dilek tuttum. kimden mi istedim dileğimi. henüz haberi olmasa da öğrenci işlerindeki bir çalışandan. mumu üflerken onu düşündüm. aslında çoktan istedim sadece duyabileceği şekilde değil. pastadan sonra alkol alamam; midemin bulanacağını hissetmiştim ki ikinci şatımda bunu kendime bir kez daha ispatlamış oldum. sabah akşam ağrı kesici içmekte bünyeyi fazlasıyla sarsıyormuş. yurt balkonuna bilgisayar çıkarıp balkonda tüm odaların gözü önünde dans etmek eylemimiz tekilanın etkisiyle olmasa gerek. kronoloji yazacağımı söylemiştim yine başaramadım; esasında en başına dönmem gerek. odaya gelmeyeceğimden korkan derya ve merve bana telefon ediyorlar ben akşam 9 a kadar telefonlara cevap vermeyince ufuğu arıyorlar. kütüphane de uyuduğumu öğrenmeleri de kesinlikle unutulmaması gereken bir olay. erken ama güzel bir doğum günü kutlamasıydı, özellikle arta kalan yarım şişe tekilam ve 1 koli eti puf ( 72 tane pu içeren; hediye dediğiin böyle olmalı).
cumhuriyet senfoni orkestrasını dinlediniz mi hiç. 19 mayıs etkinliği olarak gençlik konseri düzenlediler. betül ben derya ve acar (14 yaşındaki tek arkadaşımız:) konsere gitmek için A1 kapısında buluştuk. ulus dolmuşuyla tam da konser salonunun önünde indik (atatürk spor salonu). konserin başlamasına henüz 1 saat olmasına rağmen hiç beklemediğimiz bir kalabalıkla karşılaştık. sırada hemen önümüzdeki kırmızı ceketli dişleri görece bozuk teyze ( teyze dememize nedense arkadaşı hanımefendi pek alınsa da...) gençliğinde cem karaca dinlemek için spor salonun tellerinden atladığını iddia ederek bizi de o tellerden atlamaya teşvik etmeye çalışsa da her halde beynimizin randımanı oldukça düşmüş olmalı ki hangi tellerden bahsettiğini anlayamadık. hiç davetiye bulamayıp kapıdan geri çevirecek değiller ya alırlar diye gitsekte betülün ablasının arkadaşı olduğunu öğrendiğimiz birinci keman bilgehanı da referans göstermeyi kafamıza koymuştuk. elinde bol miktarda davetiye tutan mavili teyeyi görür görmez yanına koşup fazla varmı diye sorduk. neyseki iki davetiye bulmuştuk. sıra ilerledikçe davetiyesiz içeri almayacakları söylentisi de artmaya başladı. neyseki girişte birinci keman bilgehanın ismi bizi içeri aldı. salon tamamen doluydu. annelerimizi aramış trt2 den konseri izlemelerini belki seyirciler arasından bizi görebileceklerini tembihlemiştik. konser başlamıştı, önümüzden geçen her kameraya bayrak ve el sallayarak gülümsedikten sonra telefonlarımızı kontrol ediyorduk. hakan aysevin harika sesiyle her şeyi untup atmosferde kaybolduktan sonra kimilerince çok beğenilse de fazla tiz bulduğumuz (sanırım soprano) görkem ezgi yıldırımın aşk-ı memnu seslendirmesiyle biraz kafamız karışmıştı. öyle tiz bir aman of diyordu ki bakakalıyorudk. hepimiz sorunlu kişilerdik. derya devammlı bayrağını kırdı. betül hiç birşeyi elinde tutamayıp yere düşürdü. ben kendi dengemi kuramayan ayağı takılıp düşen biriydim. acar en akıllımız olmasına rağmen nintendosuyla pokemon oynayarak seriyi bozmadı. içecek bir damla suyumuz yoktu. tango ve devlet halk dansları topluluğuyla nefeslerimiz kesilmişken 15 dakikalık ara nihayet verilmişti. zar zor bulduğumuz iki liraya iki şişe su aldık. acıktığımızı dile getirirken mükemmel insan betül çantasından piknik artıklarını çıkartıverdi (daha önce şenliklerde çok acıktığım bir sırada çantasından hamburger çıkarttığı için bu sefer pek şaşırmadım). poşette iki muz, haşhaşlı çubuk kraker, bir küçük paket cips ve bir kutu krem peynir vardı. muzları paylaştıktan sonra haşhaşlı çubuklarımızı peynire batırarark yedik (yine bir konser yine kafamız güzel değil ve yine çubuk kraker). konserin ikinci yarısı ise tek kelimeyle muhteşemdi. diğer CSO gösterilerine nazaran ıslık çalmak bağırmak dilediğimiz gibi alkışlamak serbestti. öyleki korodoki kızlar bile kimi yerde oynuyorlardı.alexander markov ve grubunun inanılmaz rock konçertosu ise evlere şenlikti. dinleyicilerin sakin oturabilmesine şaşırıyorduk zira biz yerimizde duramıyorduk (haşhaşında etkisiyle olabilir). markovun (keman virtüözü) çaldığı alet keman değildi, gitar hiç değildi tanrısal bir şeydi. solistin sesi, tavrı, duruşu... rock konçertosu muhtemel metal konçertosuydu. bas gitar çalan çocuk (daha sonra izbandut olduğunu farkedecektik) sahneye ilk çıktığı anda gözlerimizi kamaştırmıştı. en sonda attığı sololarla doruklardaydık gitarın son tınısıyla üşümeye başladık.aynı anda yüz kişiyle sevişmişti sanki. büyük bir orkestrayla rock müzik. kaçıranlar kelimesini bu yazımda kullanmak bile istemiyorum. şenliklerde bile bu kadar eğlenmemiştim. gösterinin sonlarına doğru sahne ışıkları azalmıştı ve markovun keman yayı ise star wars taki kılıçlar gibi ışıklıydı. görsel ögeler şahane, ışıklandırma kusursuzdu. arada bir mikrofonun sesi ksılsada öyle bir büyü vardı ki kimse ona aldırmadı.
konser bitiminde acarı dolmuşa bindirmek için ulusun en ucra köşelerine yürüdük. daha önce hiç gitmediğimiz, görmediğimiz yerlerdi ve saat akşam 22:30 sularındaydı. nedense dilimize hey 15li 15li şarkısı yanı sıra tesadüfen duymayı bile hiç istemediğimiz ibrahim tatlısesin bebeğim şarkısı takılmıştı. ulusun en kuytu sokaklarında kaldırımı evi ilan etmiş çuvalların üstünde yatan amcanın kokusunu hala atabilmiş değilim burnumdan. dolmuşlarda 10 dan sonra gelmediği için aynı ylları tekrar yürüyüp bir de nedenini hiç sorgulamadan ulustan güvenparka yürümeye başladık. herkes yorgundu, kimse yürümek istemiyordu, nereye gittiğimiz herkes tarafında bilinse de hala muammadır neden hiç birimizin dolmuşla kızılaya geçmeyi önermediği.bir taraftanda para vermememiz iyi oldu. gittiğim özel dersten aldığım bütün 100 liranın cebimde varlığını hissetmek güzeldi. ancak ne yazıkki cebimdeki duraklaması bir gün bile sürmedi. çarpanlara ayırmak güzeldi x ve y leri...

1 fındık kabuğu doldu:

  1. Kemanın büyüsünü kaçıranlardanım ama. Lisedeyken gazetelerden köşe istemeni ilk duyduğumda ki hayalcilik tespiti yerini gittikçe taktir ve hayranlığa bırakıyor. Kalemin çok güçlü. Yaşanmışlıkları yazmanın yanısıra başka alanlarda da üretmen en ivedi temennimdir. Eline yüreğine sağlık.

    spartaküs

Yorum Gönder